19 Haziran 2025 Perşembe
DÖRTYOL’DA ELEKTRİK DİREĞİNE ÇARPAN OTOMOBİLİN SÜRÜCÜSÜ YARALANDI
6 ŞUBAT VE SONRASI! MİLLETİNİN EMRİNDE GÜÇLÜ DEVLET..
DÜĞÜN MAGANDALARI YİNE İŞ BAŞINDA! BİR SİLAH, BİR MERMİ, BİR CAN….
Kirli siyaset ne mi?
KÜRESELCİLERİN YAPAY DEPREMLER ÜRETEREK İŞGAL PLANLARI
ÇALIŞKAN VALİ, BAŞARILI VALİ, HUZURLU VALİ “MUSTAFA MASATLI”
Hafta sonu Tokat’ın Erbaa ilçesinde çok güzel bir düğün merasimine katıldım. Düğünde gençler çok neşeliydi ancak ilerleyen saatlerde düğün ortamında silah sıkılması herkesi rahatsız etti. İşte o an düğün merasiminde bir tedirginlik ortamı oluştu. Böylesine durumlarda hem düğüne gelen misafirler hem de düğün sahipleri rahatsız oluyorlar.
Günümüzde birçok genç iş bulamamaktan yakınırken, düğünlerde keyfi olarak havaya silah sıkıldığını görünce; “İnsanlar bu paraları mermiye veriyorsa gerçekten ekonomi iyidir. Bu kişilerin ekonomileri kötü olmuş olsa bu kadar paralar mermi için harcanmaz” diye düşündüm.
İnsanların mutlu günlerini kimsenin karartmaya hakkı olamaz. Yıllarca düğün ve özel günlerdeki silah sevdasından nice canları yitirmedik mi Erbaa İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından düğün, nişan ve kutlamalarda silah kullanımına karşı farkındalık oluşturmak amacıyla, “Mutluluğa Kurşun Sıkma” konferansı da düzenlenmiş.
2014 yılında yapılan bir haberde aynen şu ifadeler yer alıyor; “Erbaa Kaymakamlığı düğünlerde silahla ateş açılmasının önüne geçebilmek için Emniyet Müdürlüğü ile Jandarma Komutanlığı hizmetine sunulmak üzere 2 adet multikopter almaya hazırlanıyor. Multikopterlerin ilçede polis ve jandarma tarafından kullanılarak, düğün vs. havaya ateş açılarak yapılan eğlence ve kutlamalarda önlem olarak kullanılması planlanıyor.”
Toplumda düğün ve özel günlerde bu silah sıkılması cahillik olarak nitelendirilmektedir. O bölgedeki kolluk kuvvetlerinin düğünlerde sıkı denetim yapmaması da işin ayrı boyutu. Sadece 9 Nisan’da bir operasyon yapılmış, operasyonda 7 adet silaha el konulmuş, ama düğün sezonunda bu gibi operasyonların devamı gelmemiş.
Köyde gençlerle sohbet ettiğimde köyden bir gencin geçmiş yıllarda havaya sıkılan silahtan çıkan bir saçmadan dolayı kör olduğunu üzüntüyle öğrenmiş oldum. Yıllar önce yaşanan bu acı olaya rağmen katıldığım düğün merasiminde silahlar hiç susmadı, gücümün yettiğince silahların sıkılmaması için gençlere müdahale ettim.
Bölgeye iki defa gelen jandarma ekipleri sadece gençleri ikaz etti. Jandarmanın bu tür durumlarda ikaz etmek yerine gerekli işlemleri yapması gerekirdi. Bu ay itibariye düğün sezonu başladığı için bahsettiğim bölgede her hafta düğünler olacaktır.
Ülkemizin birçok şehrinden düğünlerde silah sıkılmasından dolayı yaşanan acı olayların hiçbir şekilde yaşanmaması için düğünlerin olduğu alanlar sıkı denetlenmelidir. İnsanları sadece uyarmakla bu sorunun önüne geçilmez. Bu konuların hem adli makamlara sevk edilmesi hem de caydırıcı cezaların verilmesi gerekir. Yoksa kimsenin kimseyi ne dinlediği var ne de yasalara uyduğu.
Celil Kocataş
İç suların denetimi çok önemli bir konu olduğu gibi sürdürülebilir bir hayat için yetkililer tarafından kontrollerin sürekli olarak yapılması gerekir. Türkiye’de son yıllarda balık ihracatındaki artışla birlikte ülkemize gelen döviz girdisi azımsanmayacak kadar büyük bir oranda. İhracatın artması ile birlikte iç sulardan kafes balıkçılığı başta olmak üzere somon üretimi oldukça arttı.
Ancak bu artışların kontrolsüz olması dikkat çekici bir durum. Bu üretimleri yaparken çevreye karşı duyarlı olunması oldukça önemli bir konu. Ülkemizde çok fazla yetiştirilen somon çiftliklerinin başında Keban ve Karakaya Barajları geliyor. Bu bölgeler aynı zamanda turizm açısından da oldukça önemli bir bölgedir. Dağ keçileri, doğal güzellikleri ve kanyonları ile gezilip görmeye değer yerlerdir.
İşin garip kısmı ise bu bahsettiğim yerlerde çevre kirliliğinin hat safhada olmasıdır. Balık çiftliklerinden umursamazca atılan atıkları insan görünce, “Bu kadarda olmaz” diyor. Buralara gittiğinizde kendi gözlerinizle çevreye verilen zararı göreceksiniz. Bu durum ciddi bir çevre kirliliğinin de habercisidir.
“Japon oltası ve trivire” diye adlandırılan ağlar suda kalınca bir başka kirliliğe sebebiyet verirken canlı balıkların ölümüne neden olmakta. Yılın belirli dönemlerinden avlanma yapılmasına izin verilirken, kimi vurdumduymaz vatandaşlar yılın 12 ayı ağ ile balık avlıyor. Bu gibi vurdumduymazlara ne demeli? Burada üzerinde durmak istediğim iki ana konu var.
Bu konuların başında çevreye verilen zarar, bir diğeri ise balık katliamıdır. Bu konuda yetkililere çok görev düşüyor. Bu bahsettiğim bu üzücü durumların yaşanmaması için ilgili kurumların her zaman hazır vaziyette olması gerekiyor. Bahsettiğim Keban ve Karakaya Barajlarının bulunduğu alana ne zaman gitsem bir güvenlik birimine hiçbir şekilde rastlamamışımdır, taki geçen haftaya kadar.
Öncelikle balık çiftliklerinin atmış olduğu atıklar çok sıkı denetlenmeli, bu işletmelerin sahiplerine büyük miktarda cezalar verilmelidir. Yoksa bu çevre kirliliğinin önüne geçmek oldukça zor olacaktır. Bölgede sayıları hızla çoğalan botla avlanan amatör balıkçılara da gerekli cezai işlemler uygulanmalıdır. Barajlarda aşırı sürat yapan bu kişilerin aynı zamanda can yemeklerinin olduğunu sanmıyorum.
Yaklaşık 10 yıla yakın bir süredir bu bölgeye balık avlamak için gidiyorum. Balık tutmayı sevdiğimi dostlarımda çok iyi bilirler, kurallara uymak şartı ile balık tutmaktan büyük zevk alırım. Tek olta, tek iğne benim için vazgeçilmez kuralımdır. Aynı zamanda amatör olta balıkçılığı belgemde bulunmaktadır. Günümüzde bu belgeyi çok da önemseyen olmasa da yine de belge sahibiyim.
10 yıldır aynı bölgede balık tutarım, ilk defa denetim ekibine rastladım. Jandarma timleri kontrollerini yapıyordu. Ekipler bizim bulunduğumuz teknenin evraklarına baktılar bakmalarına ama can yeleklerimizi sormadılar. “Teknede can simidi ve can yeleği var mı, yok mu?” diye soranın olmaması da bizi şaşırttı. Bir de dikkatimi çeken bir diğer konuda bizleri denetlemeye gelen ekiplerde can yeleği var mıydı acaba? Ama ne olursa olsun yeni almış oldukları bot çok güzeldi.
Celil Kocataş
Hukukçuların ve uzmanların açıklamalarına baktığımızda son yılların en fazla boşanma oranın bu dönemlerde olduğunu görüyoruz. Aileler içerisinde boşanmaların olmasında belirli nedenler bulunuyor. Bu sebeplerin başında ekonomik krizler, aile içi geçimsizlikle başta olmak üzere bir dizi sorunlar geliyor. Bu konuyu köşeme taşıyarak konun uzmanları tarafından açıklanan istatistik verileri sizlerle paylaşmak istedim.
Verilere baktığımızda boşanan çiftlerin sayısı 2023 yılında 173 bin 342 iken, 2024 yılında 187 bin 343 olmuş. Bin nüfus başına düşen boşanma sayısıyla bağlantılı olan boşanma hızı 2024 yılında binde 2,19 olarak gerçekleşmiş. Cumhuriyet tarihinin en yüksek boşanma oranı bu süreye denk geliyor. Uzmanlar insanın ruh sağlığı bozulunca özellikle aile hayatına yansıdığını vurguluyorlar. Kadın ya da erkek fark etmeksizin en küçük sorunları bile büyütülerek boşanmalara kadar gidiyor.
Uzmanların açıklamalarına göre deprem sonrası boşanma oranı yüzde 50 arttı. TÜİK verilerine göre son 20 yılda boşanmalar %47 gibi çok ciddi bir oranda artış gösterdi. Bu durumun iki önemli sebebi var. Bunlar teknolojik gelişme, ekonomik ve sosyal geçimsizlik. Aslında boşanmaların bir değil onlarca sebebi var. Bu sebepler ekonomik sebepler, ailelerin çocukları yönetme arzusu, bireyselleşmenin getirdiği sebepler, çevre etkileri, sevgi ve sadakat gibi değerlerin maddiyatla ölçülür olması. Bu sebeplere birçok faktörde eklene bilinir.
Geçmişte boşanmak çok ayıplanırken, günümüzde ise genç çiftler evlendikleri ilk aylarda adliyenin yolunu tutuyorlar. Verilere baktığımızda boşanmak için adliyeye ilk gidenin kadınlar olduğunu görüyoruz. İçinde bulunduğumuz son zamana baktığımızda boşanma oranlarında yüzde %50 arttığını görüyoruz. Bunun sebebi sevgi eksikliği değil, sabır eksikliğidir. Çünkü yeni evlenen çiftler tüketime, insanlar yalnızlığa alıştı.
Uzmanların bu durumlar karşısında çaresiz kalması şaşırtıcı değil. Çünkü mesele teknik değil, gönül meselesi. Bu durumun sebebi açık, aile mefhumu seküler ideolojilerin test sahasına döndü. Kadına itaat değil, isyan telkin edildi. Erkeğe koruyucu değil, baskıcı yaftası vuruldu. Nikah; sözleşmeye, evlilik; projeye, sadakat; zincire indirgenince ortada yuva değil, çatışma çıktı. Bu sonuçta beraberinde boşanma oranlarına yansıyınca bu oran geçmiş yıllara oranla %50 arttı.
Köşe yazımın son satırlarına gelirken farklı bir konuya dikkat çekmek istiyorum. 21-25 Mayıs tarihleri arasında kapılarını açan 7. Malatya Yapı Dekorasyon Fuarı’nı gezme imkanı buldum. Fuara vatandaşların ilgisi oldukça azdı. Fuara katılan firma sayısı az olduğu gibi belediye iştirakleri ile fuar alanını doldurmaya çalışmışlardı. Hava sıcaklığı fazla fuar içerisi de serin olunca 1 saat fuar alanını gezdim. Fuarda dikkatimi çeken bir diğer konuda fuara katılım az olunca firma yetkililerinin vatandaşlarla ilgilenmemesiydi.
Yeni kurulmaya çalışılan bir şehirde 7. Malatya Yapı Dekorasyon Fuarı sanki kış mevsiminde düzenlenen dondurma tanıtım fuarı gibiydi. Yeterince tanıtımın yapılmadığı için vatandaşlar fuardan haberdar değillerdi. Bende bir gazeteci olarak gözlemlerimi köşeme taşımak üzere fuara gitmiş oldum. “Fuara gitmişken gerekli olan bir şey olursa alayım” demiştim. Fakat aradığımı da bulamadım, sadece fuar alanını gezmiş oldum. Bir sonraki tarihte düzenlenecek olan fuarın tanıtımının yapılmasını şimdiden temenni ediyorum.
Celil Kocataş
[email protected]
Yıllarca milliyetçi cenah “Turan” hayali ile yanıp tutuşuyordu. Rusya’nın dağılması ile birlikte bu hayal gerçeğe dönüşecek söylemleri yerini almıştı. Rahmetli Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal’ın Türki Cumhuriyetlerine olan yakın ilişkisi bu hayali bir nebzede olsa gerçeğe dönüştürmüştü.
Rusya’dan ayrılan Türki Cumhuriyetlerinin birer birer bağımsızlık ilan etmesiyle “Turan” konusu iyice dillendirilmeye başlanmıştı. Aslanda “Turan” konusu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte daha da çok gündeme gelmeye başlamıştı.
Zaman içinde geliştirilen iyi ilişkilerle “Turan” konusu dahada sık konuşulmaya başladı. Hatta sakalı olmayanların bile kurduğu “Ak Sakallılar Birliği” bile zaman içinde oluşturuldu. Fakat bu konuda da pek fazla yol ilerlendiği söylenemez.
Halk tabiriyle, “Gel bize, geleyim size” tabiri olmuş oldu. Son zamanlarda Türk iş adamlarının yaptığı yatırımlar Türki Cumhuriyetleri bayrakları bu süreci biraz daha hızlandırmakla birlikte altından büyük bir fiyasko çıktı.
Azerbaycanlı iş adamlarının İsrail’de iş tutması son olacağı hep söylendi ama değişen bir şey olmadı. Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan Güney Kıbrıs Rum Devleti’ni tanıyarak elçi atamaları yaptı. Türkiye’de kamuoyu da bu duruma bir anlam getiremedi.
Aslında olacaklar önceden belliydi ama biz kafamızı kuma görmüştük. “Kardeş” dediğimiz Türki devletler yıllarca KKTC’yi tanımadıkları gibi elçilikte atamadılar. Aslında garip olan ne biliyor musunuz?
TDT Aksakallar Konseyi Başkanı Yıldırım, “Ak Sakalların” başında yer alıyor. Ancak Binali Yıldırım, bu konuda hiçbir şekilde açıklama yapmadığı gibi hükümet kanadı da açıklama yaparak bu duruma sessiz kadı. Aslında KKTC 2022 yılındaki Semerkant Zirvesi’nde Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesi olmuştu.
Ancak 2023 yılının Kasım ayında Astana’da düzenlenen zirveye Kazakistan KKTC’yi davet etmemişti. İşin aslına bakılırsa bu başlangıçtır. Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan sonra Tacikistan, Kırgızistan bu yolu takip ederse şaşırmamak lazım.
Kısacası Türkiye uyguladıkları kimi politikalarda sınıfta kaldı. Türkiye “Turan” hayali kurarken sadece milyonlarca Türki Cumhuriyetlerinden gelen göçmenle ülkemiz doldu. Bu sürede Irak Türkmenleri tamamen unutuldu, Suriye’deki Türkmenler hükümette yer almadı. Milliyetçi arkadaşlarımın dediği gibi “Ergenekon’dan bir yiğit çıkar, bu birliği sağlar!” Bu kim acaba?
Malatya’da, Adıyaman’da ve Gaziantep’te restorasyonları yapılan tarihi mekanlar 6 Şubat depremlerinde ya yıkıldı ya da ağır hasar aldı. 6 Şubat depremleriyle birlikte başta tarihi camiler olmak üzere tarihin izlerinin üzerinde bulunduğu mekanlar yıkılarak hafızalardan silindi. Şöyle 6 Şubat depremleri öncesinde Adıyaman’da restorasyonu yapılan yerleri tek tek hatırlayalım. Ulu Cami, Kab Cami, Tuz Hanı, Mahmut El Ensari Türbesi, Mor Petrus ve Mor Paulus Kilisesi, Eski Kahta Kalesi. Malatya’da da 6 Şubat depremlerinde Yeni Cami, Cırmıktı El Kebir Cami, lezzet Caddesi adeta yerle bir oldu.
Gaziantep ilinde ise Gaziantep Kalesi, Şirvani Cami, Karagöz Cami, Karatarla Cami hasar görürken, Nurdağı ilçesinde yüksek bir tepe üzerinde yer alan Hz. Ukkaşe Türbesi’nde daha önce riskli görüldüğü için yeniden inşa edilen cami de tamamen yıkıldı. Türbenin restorasyonu çerçevesinde sonradan yapılan ve içinde caminin de bulunduğu bölümler adeta yerle bir olurken, Ukkaşe Hazretleri’nin makamının bulunduğu hazne ve sanduka zarar görmedi. Deprem esnasında türbede bulunan 2 güvenlik görevlisinden biri aynı saatlerde yaralı olarak kurtarılırken diğer güvenlik görevlisinin cenazesi 3 gün sonra enkazdan çıkartıldı.
Adıyaman şehir merkezine 7 kilometre uzaklıkta olan Elif Köyü sınırları içerisinde yer alan Ali Dağı’nda İslamiyet’i yaymak için Anadolu’ya gönderilen ve Adıyaman’da şehit düşen Mahmut El-Ensari’nin türbesi depremde kısmen çöktü. Osmanlı Padişahı 4. Murat tarafından 1632 yılında yaptırılan, 391 yıllık türbe şu sıralar açık havada bulunuyor. Bu tarihi mekan depremle birlikte yıkıldı. Malatya’da tamamen harabe durumuna gelen Yeşilyurt Lezzet Caddesi defalarca restorasyon işlemine tabi tutuldu.
6 Şubat depremlerinde Kahve Konağı, Butik Oteli, Kent Belleği Müzesi ve Türk İslam El Sanatları Galerisi büyük hasar aldı. Arapgir Kültür Derneği Genel Başkanı Turgay Akşahin yapmış olduğu bir açıklamada; “2 bin yılı aşkın Roma döneminde inşa edilen bu köprü, bölgemizin en eski eseri. Fakat yapılan restorasyonun köprüyü tahrip ettiğini, yeni bir köprü yapıldığını, dolayısıyla buradaki yapılaşmanın restorasyonla bir ilgisi olmadığını burada hep birlikte görülmüş bulunuyoruz. Gerçekten üzgünüz” demişti.
Başkan Turgay Akşahin açıklamasının devamında bu tarihi köprünün yaklaşık 20 milyon TL’lik maliyetle onarılıp restore edildiğini vurgulamıştı. Depreme karşı güçlendirildiği öne sürülen 110 yıllık Yeni Cami’nin (Teze Cami’nin) tamamen yıkılarak enkaz haline gelmesinin ardından, bu işlemlerin proje ile uygulaması ve sorumluları ile ilgili bir soruşturma açılıp açılmadığı merak konusu oldu. Depremlerden bu yana 2 yıla aşkın bir zaman geçmesine rağmen gerek Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce idari gerekse yargı tarafından adli bir soruşturma yapıldığına ilişkin herhangi bir bilgi kamuoyuna yansımış değil.
Yüksek maliyetli çalışmalara rağmen caminin adeta yerle bir olmasının sorumlularından mutlaka hesap sorulması gerektiğini vatandaşlar her defasında talep ediyor. Restorasyonun ihale tarihi 25 Ekim 2020, sözleşme tarihi ise 12 Ekim 2020. Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Doğan Mayıs 2021 yılında bir yerel haber sitesine verdiği demeçte şöyle demişti; “Kubbedeki çalışmalarda alttaki taşlar sökülecek, çelik örgü atılacak ve kubbe tekrar örülecek. Aksaray Üniversitesi’nden üç hocamızın görüşleri doğrultusunda payandalar yapıldı. Statik hesabı yaptılar, depreme karşı bunların yapılması gerektiğini söylediler. Duvarların içerisine enjeksiyon uygulaması yapıldı. Kubbede üst örtü bütünüyle fiber karbonla sarılacak. Bunlar hocalarımızın ve kuruldaki dokuz hocanın görüşleri doğrultusunda yapıldı. Bu bizim önerimiz değil. Hizmet satın aldık ve bu konudaki hocaların uygun görüşü doğrultusunda çalışmalar yapılıyor.”
Yapılan bu açıklamadan sonra gelişmelerden okuyucularımızı haberdar etmeye devam edeceğiz. Ancak ülkemizde son yıllarda restorasyonu yapılan tarihi mekanların ve camilerin birçoğu depremde yıkılır veya hasar alırken, yıllar evvel ecdadımız tarafında yapılan o tarihi mekanlar halen dimdik ayakta duruyor. 1999 yılında İstanbul büyük bir depremi yaşadı. Ve tarih boyunca İstanbul’un birçok depremi yaşadığını arşivlerdeki bilgilerden görüyoruz. Ancak bugün gelin görün ki, o tarihi eserler ve camiler depremlerden hiçbir şekilde hasar bile almış değil. Deprem ülkesi olduğumuz için restorasyonu yapılan yerlerde olası bir depremin şiddeti mutlaka göz önünde bulundurulmalı, sizce haksız mıyım? Restorasyon tarihi ve kültürü gelecek nesle taşımak m? Yoksa tarihi ve kültürü yok etmek midir?