DÜNYA KRİZİ KAPIMIZDA: KÜRESEL ISINMA VE BELEDİYELERİN SINAVI
Her yaz biraz daha sıcak, her kış biraz daha kurak geçiyor. Bunu artık yalnızca kutuplarda eriyen buzullardan, uzak coğrafyalardan izlemiyoruz. Kendi sokaklarımızda, kendi parklarımızda, çeşmelerimizde yaşıyoruz. Gölgeliklerin azaldığını, suyun tadının değiştiğini, nefesimizin ağırlaştığını fark ediyoruz. Dünya yanarken şehirlerimiz de kavruluyor.
Uzun yıllardır çözüm yükünü hep bireylere bıraktık. “Poşeti sen alma, elektriği sen kıs, arabayı az kullan.” Bunlar önemli ama yeterli değil. Çünkü iklim krizi tek tek insanların çabasıyla sınırlı kalamayacak kadar büyük. Burada şehirler, dolayısıyla onların yönetimleri kritik bir rol üstleniyor.
Bir şehri iklim krizine hazırlamak, yalnızca yol yapmaktan veya çöp toplamaktan ibaret değil. Asıl mesele, bu şehri geleceğe taşıyacak vizyonu kurabilmek. Beton blokların arasında sıkışan şehirler gün boyu güneşi emiyor, gece boyunca o sıcağı geri salıyor. Bu, bilim insanlarının “ısı adası” dediği etki. Gece bile serinleyemeyen bir şehir, aslında alarm veren bir şehir.
O halde ne yapılmalı?
Her imar planında, her yeni projede öncelik beton değil yeşil olmalı. Parklar yalnızca insanların nefes aldığı alanlar değildir; aynı zamanda şehrin akciğeridir, suyun döngüsünü koruyan, havayı temizleyen, toprağı canlandıran damarlarıdır. O yüzden yeni park alanları yaratmak kadar mevcut parkların korunması, ağaçların yalnızca dikilmesi değil büyümesi için ortam hazırlanması da hayati önemdedir.
Su yönetimi de aynı şekilde geleceğin en büyük sınavı. Bugün yağmur sularını sadece kanalizasyona karıştırmak, aslında elimizle geleceği boşa akıtmak demektir. Oysa her yağmur damlası depolanabilir, sulamada kullanılabilir, yeniden şehrin döngüsüne kazandırılabilir. Bir şehir kendi suyunu ne kadar verimli kullanırsa gelecekte o kadar ayakta kalır.
Ulaşımda ise mesele sadece trafiği azaltmak değil, şehrin nefesini rahatlatmaktır. Araç kısıtlaması bazı şehirler için mümkün olmasa da toplu taşımayı cazip hale getirmek, yeni nesil çevreci otobüslerle filoyu yenilemek, bisiklet yollarını güvenli ve kullanılabilir kılmak önemli fark yaratır. İnsanları ikna etmenin yolu yasaktan değil, kolaylıktan ve cazip seçeneklerden geçer.
Ve belki de en önemlisi: enerji. Bir şehrin kendi enerjisini üretmesi artık hayal değil. Belediyelerin çatılarında, duraklarında, otoparklarında kurulacak güneş panelleri hem bütçeyi rahatlatır hem şehri geleceğe taşır. Sokak lambalarının LED sistemlere dönüşmesi yalnızca tasarruf değil, karanlık sokakların daha güvenli hale gelmesi demektir. Enerji verimliliği, hem doğayı hem insanı koruyan bir yatırımdır.
Atık yönetiminde ise asıl mesele, yalnızca çöpleri toplamak değil, çöpün şehre nasıl geri döneceğini düşünmektir. Organik atıkların biyogaza dönüştürülmesi, geri dönüşümün yalnızca kutularla sınırlı kalmayıp mahalle kültürüne dönüştürülmesi mümkündür. Bir şehrin atıkla imtihanı, aslında medeniyet sınavıdır.
İklim krizi artık kapımızda değil, içimizde. Şehirlerimiz nefessiz kalıyor, ama hâlâ bir çıkış yolu var. Eğer yeşile, suya, enerjiye ve atığa bugünden akıllıca yaklaşabilirsek, geleceği değiştirebiliriz.
Belediyeler her gün taş üstüne taş koyarken aslında sadece bugünü değil, yarını da örüyor. Yapılacak her park, depolanacak her damla su, kurulacak her güneş paneli, ayrıştırılacak her atık geleceğe yazılmış bir umut cümlesidir.
Unutmayalım: Şehirlerimizi geleceğe hazırlamak yalnızca bir görev değil, çocuklarımıza vereceğimiz en büyük cevaptır.
👉 O halde size soruyorum:
Bu şehirde iklim krizine karşı atılması gereken ilk adım sizce ne olmalı?
Sevgilerimle,
Nurgül BEKAR