“EKRANLARIN ARDINDA UNUTTUĞUMUZ BİR ŞEY VAR: DUYGULAR”
Yapay Zekânın (YZ) ve dijital asistanların hayatımıza kattığı en büyük konfor, şüphesiz bilişsel yükümüzü hafifletmek oldu. Eskiden saatler süren bilgi toplama, karar analizi ve planlama süreçleri şimdi birkaç saniyeye iniyor. Bir toplantı özetleniyor, e-postalar otomatik taslaklanıyor, en iyi rota hesaplanıyor. Fakat teknoloji artık sadece günlük yaşamımızı kolaylaştıran bir araç değil; düşünme biçimimizi, ilişki kurma şeklimizi ve duygularımızla olan temasımızı da dönüştüren bir güç haline geldi. Hesap yapabilen, bilgi toplayabilen sistemler bugün artık “bizi” anlamaya, duygularımızı çözümlemeye, hatta davranışlarımızı tahmin etmeye başladı. Peki bu durum, insana özgü en önemli becerilerden biri olan duygusal zekâmızı nasıl etkiliyor?
Duygusal zekâ, duygularımızı fark edebilme, onları yönetebilme, başkalarının duygularını anlayabilme ve sağlıklı ilişkiler kurabilme becerisidir. Bu beceri; empatiyle, yüz yüze iletişimle, göz temaslarıyla, ses tonundaki küçük değişimleri fark etmekle gelişir. Yani duygusal zekâ “yaşanarak” öğrenilir.
Ancak son yıllarda giderek daha fazla insan, bu deneyimi ekranlar üzerinden yaşamaya başladı.
Artık birine sevincimizi anlatmak için onunla buluşmuyor, bir emoji gönderiyoruz. Üzüntümüzü ifade etmek için gözyaşı dökmek yerine, “üzgünüm” yazmakla yetiniyoruz. Ve belki de en dikkat çekici olanı, duygularımızı anlamak için bile yapay zekâya danışıyoruz.
Bu durum, görünürde zaman kazandırıyor. Ama aslında duygularla aramıza görünmez bir mesafe koyuyor. Çünkü bir ekran, ne kadar akıllı olursa olsun, karşınızdaki insanın gözündeki ışıltıyı, sesindeki titremeyi, kalbindeki duyguyu taşıyamaz.
Duygusal zekâ, dijitalleşen dünyada en çok ihtiyaç duyduğumuz becerilerden biri. Çünkü bilgiye erişim hızlanıyor ama anlam verme becerimiz geriliyor. Bir cümleyi anlamak kolay ama o cümlenin arkasındaki duyguyu hissetmek zaman istiyor. Yapay zekâ ne kadar gelişirse gelişsin, bir çocuğun sarılmasının sıcaklığını, bir dostun bakışındaki güveni veya bir sevdiğinin sesindeki titremeyi hissedemez. İşte bu yüzden, teknolojinin içinde kaybolmadan, insan kalabilmenin yollarını aramalıyız.
Kendimize zaman zaman sormamız gereken soru şu: Yapay zekâ bizi daha “akıllı” yaparken, acaba bizi daha “duyarsız” mı yapıyor?
Ve belki de en önemlisi:
Biz hâlâ kendi duygularımızın farkında mıyız, yoksa onları da algoritmalara mı emanet ettik?