Kadınlar Asla Emekli Olamaz

(Çünkü hayat, onların molasız vardiyasıdır.)

Erkekler bir gün gelir, “Artık çalışmıyorum” der.
Bir maaş bağlanır, kahve hazır, koltukta yer bellidir.
Devlet der ki: “Buyur, dinlenme hakkını kazandın.”
Kadın mı?
Kadının dinlenmesi bile planlıdır.
O kahveyi bile ayakta içer, çünkü biri mutlaka “anne” diye seslenir.

Kadınlar için hayat, doğdukları andan itibaren kesintisiz bir görev zinciridir.
Bebekken oyuncak bebekle başlar, büyüyünce gerçek bebekle devam eder.
Eş olur, anne olur, çalışan olur, komşu olur ama en çok “idare eden” olur.
Kadınların hiçbiri, “Ben artık görevimi tamamladım” diyemez.
Sadece sorumlulukları biçim değiştirir; işin adı değişir ama içeriği hep aynı kalır:
koşmak, yetişmek, çözmek, toparlamak.

Sabah işe giden kadın, toplantı arasında evin faturasını öder.
Akşam eve gelen kadın, dinlenmek ister ama dolapta ne var diye düşünür.
Ofiste “başarılı”, evde “ilgili”, toplumda “örnek” olmaya çalışır.
Kendine sıra gelince gün bitmiştir zaten.
Ertesi sabah aynı döngü yeniden başlar,
kadın da hiç şikâyet etmeden yeniden kalkar.

Evde kalan kadınsa “çalışmıyor” sanılır.
Oysa onun işi evin içinde başlar, dışarıya kadar uzanır.
Bütçeyi yönetir, menüyü planlar, kırgın gönülleri onarır.
Yeri gelir tamirci bulur, yeri gelir toruna bakar.
Hiç kimse maaşını yatırmaz ama herkes ondan hizmet bekler.
Kadınlar gönüllü belediye çalışanı gibidir:
Mahallenin, evin, ailenin her sorunu ona bağlıdır.

Bir de şu meşhur kahve molası vardır.
Kadının günündeki tek sessiz an budur.
Ama o da genelde uzun sürmez.
Ya kapı çalar, ya telefon, ya “anneee!” sesi gelir.
Kahve soğur ama kadın devam eder.
Çünkü onun enerjisi kahveden değil,
birilerinin “anne” demesinden gelir.
Ama o kelimenin ardında koca bir yorgunluk da gizlidir.

Erkek emekli olur, “Artık keyif zamanı” der.
Balığa gider, kahveye takılır, haberleri izler.
Kadın emekli olamaz; çünkü onun ev dediği yer zaten işyeridir.
Sabah kahvaltı, öğlen yemek, akşam torun,
arada eczane, market, ütü, komşu ziyareti.
Yani kadın “çalışmıyorum” dese bile hayat onun üzerinden dönmeye devam eder.

Kendine ayırdığı vakitte bile düşünür:
“Bir yastık kılıfı değişse iyi olur.”
Kadınların beyni bile dinlenmez,
çünkü dinlenmeyi bile planlarlar.
Yastığa başını koyduğunda bile
yarının alışveriş listesini kafasından geçirir.
Kadınların uykusu bile yarım,
aklı hep açık bırakılmış bir sekme gibidir.

Bazen içlerinden “Ben ne zaman duracağım?” geçer,
ama o cümle bitmeden biri seslenir:
“Anne, bir şey soracağım…”
Kadın iç çeker ama gider.
Çünkü kadınların genlerinde “dayanıklılık” maddesi vardır.
Onu kimse yazmamıştır, ama her hücre bilir.

Ve sonra yıllar geçer.
Çocuklar büyür, ev sessizleşir,
ama kadının içi yine hareketlidir.
Bir şeyleri düzenler, yıkar, dizer.
Çünkü kadın, boşluğu bile üretkenliğe çevirir.
Durmak ona yabancıdır;
hayatın ritmiyle senkron yaşamaya alışmıştır.

Yorulur ama şikâyet etmez,
çünkü “iyi olmak” onun varsayılan ayarıdır.
Belki sessiz bir anında,
soğumuş kahvesine bakarken fark eder:
O hiç durmamış, sadece biraz yavaşlamış.
İçinden geçirir:
“Belki ben emekli olamadım ama hayat benden emek aldı.”

Kadınlar hayattan çekilemez, çünkü hayat onlara bağlıdır.
Erkekler işi bırakır, kadınlar dünyayı döndürür.
Ve dünya hâlâ dönüyorsa,
bir yerlerde bir kadın hâlâ kahvesini ısıtıyordur.

Sevgilerimle,

Nurgül Bekar

X.Com//@nurbekar