GÖLGENIN GÜCÜ, ZINCIRIN RAHATLIĞI

GÖLGENIN GÜCÜ, ZINCIRIN RAHATLIĞI

ABONE OL
12 Ağustos 2025 14:02
GÖLGENIN GÜCÜ, ZINCIRIN RAHATLIĞI
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Merhaba değerli okurlar,

Daha önce “İradenin Modern Dansı”nda Schopenhauer’ın felsefesiyle modern hayatın hengâmesini, hırsını ve huzursuzluğunu ele almıştık. “Kardeşçe Yaşam”da bu hengâmenin karşısına, bir orman gibi dayanışmanın özlemini koymuş; “Pusula Kimde?”de ise bu kaosta yolumuzu kaybetmemek için içimizdeki hakiki pusulanın peşine düşmüştük.

Bugün, bütün bu soruların cevabını içinde barındıran kadim bir hikâyeyi, Platon’un Mağara Alegorisi’ni günümüzün aynasına tutarak ele alacağız.

Platon’un meşhur Mağara Alegorisi, zincire vurulmuş insanların yalnızca bir duvara yansıyan gölgeleri görerek büyüdükleri bir sahneyle başlar. Bu insanlar, gerçekliğin sadece o gölgelerden ibaret olduğunu sanır. Zincirlerinden kurtulup dışarı çıkan biri, önce ışığa kör olur; ama zamanla hakikati görmeye başlar. Gerçekliği tüm çıplaklığıyla gördüğünde, yeniden mağaraya dönüp bunu anlatmak ister. Ancak içeridekiler onu anlamaz, dışlar, hatta tehlikeli bulurlar. Çünkü zincirin rahatlığı, hakikatin zahmetinden daha güvenlidir.

Platon’un zincire vurulmuş mahkûmları, bugün hepimizin az çok içinde yaşadığı konfor alanı mağarasının sakinleridir. Bu mağaranın duvarına yansıyan ve gerçek sandığımız o gölgeler; popüler kültürün geçici hazları, parasal saadet ve tüketimin getirdiği sahte mutluluk algısıdır. Bizler, bu gölgelerin peşinde koşarken, bizi onlara bağlayan zincirleri görmeyiz.

Bu zincirler artık gözle görünür prangalar değil; ekonomi, siyasi ve fikrî otoriteler, popüler kültür, sistem, dijital yalnızlık ve hırs gibi kavramlardan örülmüş birer koşullanma bütünü hâline gelmiştir. Oysa bu zincirler, bizi bir orman gibi birlikte büyümekten alıkoyan, pusulamızı dışarıdaki gürültüye teslim etmeye zorlayan ve irademizin yönünü şaşırtan modern zaman dayatmalarıdır.

Mağarayı aydınlatan ve bu gölgeleri yaratan ateş ise; lüks ve şatafatla beslenen, bitmek bilmeyen bir tüketim çılgınlığıdır. Sahip oldukça eksilip, gösterdikçe yalnızlaştığımız o kısır döngünün yakıtıdır bu ateş. Aynı zamanda güç ve sermaye sahipleri, bu ateşi büyütmek ve gölgeleri diri tutmak için dini, bilimi ve teknolojiyi sürekli kullanır.

Ancak bir gün, içimizdeki o gerçek irade —yani “çocuk” saflığı— zincirlerini kırmayı başarır ve mağaranın dışına doğru yürümeye başlar. İlk başta gözleri kamaşır, gördükleri gerçeğe inanamaz. Ama sonunda, gözleri alıştığında, gölgelerden ve ateşten arınmış bir dünyaya adım atar; evrenin o kusursuz uyumunda kendi rengini ve sesini tanır. Burada birey, toplum ve doğa bir bütün olarak uyum içinde eşsiz bir koreografi sergiler. Bu dünyanın ışık kaynağı olan Güneş ise, nihayet aradığımız hakikat, ruhumuzdaki öz ve gerçek insandır. İşte o an, kendi irademizin yegâne kalemiz olduğunu anlar; dışarıdaki fırtınanın değil, kendi içimizde kurduğumuz sükûnetin asıl zafer olduğunu öğreniriz.

İşte o an, kendi pusulamızın yönünü bulur ve irademizin dansını kendi müziğimizle icra etmeye başlarız.

Ne var ki, bu aydınlanmış ruhun mağaraya geri dönüp içeridekilere bu gerçeği anlatma çabası, “Kardeşçe Yaşam” hasretini bir kez daha canlandırır. Ancak gölgelerden başka bir şeye inanmayanlar, tıpkı Sokrates’e yapıldığı gibi, ona inanmazlar. Hatta onu tehlikeli bulup dışlarlar. Bu noktada, o acı gerçek bir kez daha belirir:
“Ancak gölgeler en çok, ışığı gösteren gözleri kısmak ister.”

Modern insanın bu bitmek bilmeyen hengâmesi, hırsı ve huzursuzluğu ancak zincirlerinden kurtulup, gölgelerin gücünü fark ettiğinde son bulabilir. Asıl pusula, dışarıdaki gürültüde değil; mağaranın dışında parlayan o hakikatin ta kendisindedir.

Siz ne düşünüyorsunuz?
Köşe yazılarımda sizlerden gelen soruları, düşünceleri ve merak ettiğiniz konuları birlikte ele almak isterim. Görüşlerinizi paylaşmak isterseniz, bana [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz.

Birlikte düşünmek, birlikte yol almak dileğiyle…

En az 10 karakter gerekli