16 Eylül 2024 Pazartesi
HBB’NİN ÇEVRE KORUMA FAALİYETLERİ HIZ KESMEDEN DEVAM EDİYOR
15 TEMMUZ RUHU VE MİLLİ BİRLİK GÜNÜ
Kirli siyaset ne mi?
HATAY HALKI SİZE MİNNETTAR SAYIN VALİM
KUDÜS, FİLİSTİN’İN BAŞKENTİDİR
ÖNGÖRÜSÜZLÜK, BAHANELER VE GELECEK KAYGISI
Selçuklu padişahı Sultan Rükneddin, bir adamıyla Hazret-i Mevlânâ’ya bir kese altın hediye gönderdi.
Büyük velî, onu getirene şöyle buyurdu: “Onları şu çamurun içine at!
Adamcağız şaşırmadı. “Başüstüne efendim.” dedi. Ve altınları o çamura saçtı.
Bu manzarayı gören ve duyanlar, oraya koştu. Bir altın bulmak için çamurlara battılar.
Hazret-i Mevlânâ, talebelerine onları gösterip buyurdu ki:
– İşte dünya sevgisi de böyledir. Girdiği kalbi böyle berbat eder.
Talebelerden biri sordu:
– Dünyaya çalışmayalım mı efendim?
– Hayır, öyle değil. Bilâkis Müslüman çalışkan olur. Dünyaya çalışın. Ama sevgisi olmasın kalbinizde.”
İmanın altıncı şartı kadere; Bütün hayır ve şerrin Allahü Teala’nın bilmesi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olduğuna inanmaktır.
Kader, ezelden ebede kadar hayır ve şer (iyi kötü) meydana gelecek bütün hadiseleri Cenab-ı Hakk’ın bilip takdir buyurmasıdır.
Kaza, Cenab-ı Hakk’ın ezelde takdir buyurduğu hâdiselerin, zamanı gelince ilim ve iradesine uygun olarak meydana gelmesidir. Mesela herhangi bir insanın falan günde dünyaya gelmesini Allahü Teala’nın ezelde dilemiş ve takdir etmiş olması bir kaderdir. O insanın takdir edilmiş günde yaratılması kazadır.
İrade-i cüziyye: Cenab-ı Hakk’ın kuluna verdiği mahdut bir salâhiyet ve tercih hakkıdır. Fakat ehemmiyeti pek büyüktür. Zira insan, iradesini hayra sarf ederse Mevla hayrı, şerre sarf ederse şerri yaratır. Bu itibarla insan, cenneti de, cehennemi de bu irade ile kazanır. Evet, Halık (Yaratıcı) yalnız Cenab-ı Hakk’tır. O dilemezse, o yaratmazsa hiç bir şey olmaz. Şu kadar ki, kul kasib yani isteyip çalışan, Mevla ise Halık yani yaratandır. Allahü Teala, hidayeti isteyip, hidayeti dileyenlere hidayeti; dalâleti isteyip, dalâleti dileyenlere de dalâleti halk eder.
Ezelde, Ahmet cennetlik, Mehmet cehennemlik diye zat ve şahıs üzerine bir hüküm yoktur. Ancak elbiseler biçilmiş; (İman elbisesi, itaat elbisesi, nur elbisesi) şu elbiseleri giyenler cennetliktir denilmiş; ayrıca küfür, isyan, zulmet elbiseleri biçilmiş, bunları giyenler de cehennemliktir denilmiştir. Kul, irade-i cüziyyesiyle bu elbiseleri seçmekte tamamen serbest bırakılmıştır. Binaenaleyh, insan irade-i cüziyyesiyle bunlardan hangisini seçer ve giyerse oraya gider.
Ensar’dan ve Hazrec kabilesinin Mebzul oğullarındandır. Künyesi, Ebu Sad’dır. Peygamberimiz (s.a.v.) onu Suheyb-i Rumi (r.a.) ile kardeş kılmıştı.
Bedir Gazası’na Resulullah Efendimizle çıkmış ise de, Ravha denilen yerde kaza ile bir azası kırıldığından Peygamberimiz onu geri göndermiş, lâkin ganimetten pay vermişti. Uhut Gazası’nda bulunarak sebat edenlerdendi. Hatta Uhut’da, Osman bin Abdullah’ı öldürünce zırhını, miğferini ve kılıcını almış, Resul-i Ekrem Efendimiz de aldıklarını ona vermişlerdir. O gün Hazret-i Haris’den (r.a.) başkasına öldürdüğü kimsenin eşyaları verilmemiştir.
Haris (r.a.), Uhut Gazası’nda Peygamber Efendimize ölünceye kadar onu koruyacağına dair bey‘at etmişti.
Şöyle anlattı: Uhut Gazası’nda Şı‘b mevkiinde Resulullah Efendimizin yanında idim. Bana:
“Abdurrahman bin Avf’ı gördün mü?” buyurdular,
“Evet, Ya Resulallah! Dağın bir tarafında idi, müşrik askerleri üzerine hücum ediyorlardı. Yanına gitmek istedim, fakat zât-ı âlînizi görünce sizin yanınıza geldim” dedim.
Peygamberimiz (s.a.v.): “İşte onu melekler koruyorlar” buyurdular. Bunun üzerine Abdurrahman’ın yanına vardım, gördüm ki önünde yedi müşrik ölmüş yatıyordu.
“Eline sağlık, bunların hepsini sen mi öldürdün?” dedim. “Ertat bin Şurahbil ile şunu ben öldürdüm. Fakat diğerlerinin öldürüldüğünü gördüğüm halde öldürenleri göremedim” dedi. Bunun üzerine “Sadekallâhü ve Resulühu: Allah ve Resulü doğrudur” dedim. (İsabe)
Hazret-i Ali, Uhut Gazası’ndan dönünce kılıcını Hazret-i Fatıma’ya (r.anha) verdi ve: “Şu kılıcıma iyi bak, bugün onunla çok güzel vuruştum” dedi. Resulullâh Efendimiz (s.a.v): “Asım bin Sabit, Sehl bin Hanif, Haris bin Sımme de senin gibi güzel vuruştular” buyurdu. (Ebu Ya!a)
Haris Hazretleri, hicretin dördüncü senesi Safer ayında, Bir-i Maune Vakası’nda, Necidlilere dini öğretmek için giderken ihanete uğrayıp şehit olan hafızlardandı. Medine ve Bağdat’da nesli devam etti. (Radıyallahü anh) (Üsdüal-Gabe)
Allâhü Teâlâ her kavme bir peygamber gönderdi. Medyenlilere de içlerinden Şuayb Aleyhisselam’ı peygamber gönderdi. Medyenliler, Hazret-i İbrahim Aleyhisselam’ın neslindendir. Şuayb Aleyhisselam’ın kavmine yaptığı güzel nasihatlerden dolayı lakabı “Hatîbü’l Enbiyâ” (Peygamberler hatibi)dir. Kur’ân-ı Kerim’de Şuayb Aleyhisselam’dan bahseden Hud suresinin, 84, 85 ve 86. Ayetlerinin tefsiri şöyledir:
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’i gönderdik. Ey kavmim. Allâh’a ibadet edin, ondan başka ilahınız yoktur. Ve ölçeği, tartıyı eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi bir hayır içinde görüyorum.” dedi. Yani bir nimet içinde bulunuyorsunuz, malınız, imkânınız var, alış veriş yapıyorsunuz. Bu hayırlı bir iştir. Bunun icabı haksızlık etmek değil, insanların haklarını gözetip onların menfaatine hizmet ederek Allah’a şükretmektir. Binaenaleyh ölçüyü, teraziyi noksan tutup da hayrı berbat etmeyin. Ve ben sizin hepinizi kuşatan bir günün azabından korkarım. Noksan ölçü ve tartı ile haksızlıkta devam ederseniz elinizdeki hayrı kaybettiğiniz gibi bir gün gelecek Allah’ın azabı hepinizi kuşatacak, hiç biriniz kurtulamayacaksınız. Bu nasihatleri size acıdığım için yapıyorum.
Ey kavmim! O gün azaba uğramamak için ölçüyü ve tartıyı adalet ile ifa edin ve insanlara haksızlık etmeyin. Ve yeryüzünde fesat çıkarmayın, fenalık yapmayın.
Öyle amma ticaret ve siyasette biz böyle hak, adalet ve doğruluk ile çalışacak olursak fazla bir şey kazanamayız, derseniz: Haramını attıktan sonra Allâh’ın size bırakacağı temiz ve helâl olan (haksızlıkla, eksik ölçek ve tartı ile toplayacağınız kazançlardan) sizin için daha kârlı, daha menfaatli ve daha hayırlıdır. Eğer mümin iseniz, yani, bu hayırlara ancak iman etmeniz şartı ile kavuşabilirsiniz.” İnanırsanız hayır görürsünüz. Yoksa ben üzerinize hafiz değilim, yani siz iman edip korunmadıkça ben sizi fenalıktan muhafaza edemem, başınıza gelecek azaptan koruyamam. Hasılı bu nasihatleri iyi dinleyiniz.
Gıybet; “Bir kimsenin ayıbını ardından söylemek veya aleyhine konuşma ” demektir. Türkçede bu kavramın karşılığı olarak “dedikodu” ve “çekiştirme” kelimeleri kullanılır.
İslam’da büyük günahlardan biridir. Hucurat Suresi 12. Ayette, gıybet yapmak, ölmüş kardeşinin (insanın) etini yemeye benzetilmiştir. Bir adam, tabiinden İbn-i Sirin’e (r.a.) ‘Ben senin gıybetini ettim. Bana hakkını helal et’ dedi. İbn-i Sirin (r.a.) “Ben Allâhü Teala’nın haram kıldığı bir şeyi nasıl helal kabul ederim.” buyurdu. İbn-i Sirin (r.a.) ona Allahü Teala’ya tevbe ve istiğfar ettikten sonra helâllik talep etmesi gerektiğine işaret etmiştir. Gıybet ettiği kimse gıybeti duymamışsa ona haber vermemeli, Allahü Teala’ya tevbe ve istiğfar etmelidir.
Onda olmayan bir şeyi söylemiş, yani iftirada bulunmuş ise şu üç şeyi yapması gerekir:
1- İftira ederken yanında bulunanlara gidip “Ben yanınızda falan kimse hakkında şöyle söylemiştim. Ancak benim o sözlerim doğru değildir.” demeli.
2- İftira ettiği kişiye gidip ondan hakkını helal etmesini istemelidir.
3- Allahü Teâlâ’ya tevbe ve istiğfarda bulunmalıdır.
İftiradan daha büyük bir günah yoktur. Diğer günahlar için tevbe kafi iken iftirada bu üç şart ile tevbe lazımdır. (Tenbihül-Gafilin)