Cenk Akgöl

Cenk Akgöl

09 Aralık 2025 Salı

SANATIN VE UMUDUN ŞEHRİ ANTAKYA KADİM ZANAATKÂRLAR YENİ BİR HAYAT KURUYOR 

SANATIN VE UMUDUN ŞEHRİ ANTAKYA KADİM ZANAATKÂRLAR YENİ BİR HAYAT KURUYOR 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bin yıllara dayanan geçmişi, farklı medeniyetlerin izleri ve dinlerin barış içinde bir arada yaşadığı dokusuyla Antakya, sadece bir şehir değil, adeta yaşayan bir tarih kitabıydı. Ne yazık ki 6 Şubat’ta yaşanan büyük felaket, bu kadim mirası da ağır şekilde sarstı. Antik yapılar, camiler, kiliseler, çarşılar… Kimisi tamamen yok oldu, kimisi ağır hasar aldı. Ancak her enkazın altında yalnızca taş değil, bir kültür, bir yaşam tarzı da kaldı.

Bu mirasın en önemli taşıyıcıları olan zanaatkârlar ve sanatçılar, tarih boyunca Antakya’nın ruhunu şekillendiren isimlerdi. Depremde bir kısmı hayatını kaybetti, bir kısmı ise ayakta kalmayı başardı. Hayatta kalan bu ustalar için Antakya Valiliği ve devletin desteğiyle yeni bir adım atıldı: Sanatkârların bir araya geldiği, üretimlerine devam edebilecekleri özel alanlar oluşturuldu. Aynı şekilde, farklı meslek gruplarına da yeni çarşılarda iş imkânları sağlandı. Bugün bu insanlar, geçmişin izlerini bugüne taşımak için yeniden çekiç sallıyor, fırınlarını yakıyor, kalemlerini ellerine alıyor. Kimileri desteklerle ayakta kalmayı başardı, ancak kimileri bulunduğu lokasyonun yetersizliğinden, müşteri gelmemesinden dolayı dükkânını açtığı gibi kapatmak zorunda kaldığını dile getiriyor.

Bu noktada en büyük ihtiyaç, Antakya’ya yeniden canlılık katacak olan turizm hareketidir.  

Yerli ve yabancı turist kafilelerinin şehre dönmesi, hem ticareti hem de morali canlandıracaktır. Çünkü Antakya sadece gezilecek bir yer değil, hissedilecek, yaşanacak bir ruh taşıyor. Ve bu ruhu ancak onu görmeye gelenler yeniden harekete geçirebilir.

Antakya’yı yeniden ayağa kaldıracak şey sadece beton binalar değil; sanat, kültür, zanaat ve insan emeğidir. Bu şehir, kendisine el uzatan herkesi misafir etmekten onur duyar. Sanatın ve umudun şehri Antakya, yeniden doğmak için hazır..

Devamını Oku

ZORUNLU GÖÇÜN AİLE ÜZERİNDEKİ GİZLİ YIKIM ETKİSİ..

ZORUNLU GÖÇÜN AİLE ÜZERİNDEKİ GİZLİ YIKIM ETKİSİ..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

6 Şubat 2023 depremi, Antakya’nın sadece binalarını değil; hayatların bütün düzenini yerle bir etti. Hayatta kalanlar, bir sabah evsiz, eşyasız, komşusuz ve geçmişsiz uyanıverdi. Şehrin taşından toprağından değil, hafızasından da koparıldık. Ama en büyük kayıp, belki de aile içinde yaşandı.

Zorunlu göç, insanları sadece mekândan değil, kimlikten de uzaklaştırdı. Antakya’dan başka illere dağılan binlerce aile, gittikleri yerlerde bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken, bir yandan da yeni bir topluma tutunmaya çalıştı. Ama ne yazık ki bu uyum süreci, çoğu zaman zor, sancılı ve yıkıcı oldu.

Birçok aile, tanımadığı bir şehirde barınma, geçim, iş bulma ve çocuk okutma telaşına düştü. Bu yüklerin altında ezilen eşler arasında gerilimler ve kopmalar yaşandı. Maddi sıkıntıların artması, sosyal destek mekanizmalarının eksikliği, çevresizliğin verdiği yalnızlık… Hepsi boşanma oranlarını artıran etkenlere dönüştü.

Çocuklar ise bu göçten en çok etkilenenlerdi.  

Yeni bir okul, farklı bir kültür, değişik bir lehçe, dışlayıcı bakışlar… Antakya’nın mahalle sıcaklığından kopmuş bir çocuk, büyükşehirde soğuk duvarlar arasında kayboldu.  

Uyum sorunları, ders başarısında düşüş, içe kapanma ya da tam tersine öfke patlamaları… Tüm bunlar sessiz bir travmanın işaretleri oldu.

İşsizlik de göçün en sert yüzlerinden biri.  

Deprem öncesi bir düzeni olan pek çok baba, anne şimdi “ne iş olsa yaparım” diyerek umut arıyor.  

Ama gidilen şehirlerde herkes “yerli” ve sen “yabancısın.”  

Ve bazen bu fark, sadece aksanda ya da memleket sorusunda değil, fırsat eşitsizliğinde hissediliyor.

Gençler içinse durum daha çetin.  

Yeni şehirlerdeki sosyo-kültürel yapı, değerlerini korumakta zorlanan Antakyalı gençleri ya içine alıyor ya da dışlıyor.  

Kimisi “ayak uydurayım” derken kimliğini kaybediyor, kimisi de “tutunamıyor” ve içe kapanıyor.

Peki ne yapılmalı?

– Göç alan şehirlerde psikososyal destek merkezleri kurulmalı.  

– Aileler için rehberlik hizmetleri, çocuklar için uyum çalışmaları sağlanmalı.  

– İşsiz kalanlara öncelikli istihdam programları uygulanmalı.  

– Yerel halk ile depremzede aileler arasında sosyal uyum projeleri yapılmalı.  

– En önemlisi, uzun vadede şehrine dönecek insanlara umut verilmeli, Antakya’nın yeniden inşası sadece binalarla değil, insan ilişkileriyle başlatılmalı. Çünkü biz sadece evlerimizi değil, birlikte yaşama kültürümüzü de kaybettik.  

Ve bunu geri kazanmak, sadece TOKİ ile değil; toplumsal bilinçle mümkündür.

Devamını Oku

ANTAKYA’NIN YOK OLAN KÜLTÜR MEDENİYETİNİN TEKRAR AYAĞA KALKMASI: Kayıp Sadece Binalar Değildi…

ANTAKYA’NIN YOK OLAN KÜLTÜR MEDENİYETİNİN TEKRAR AYAĞA KALKMASI: Kayıp Sadece Binalar Değildi…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Antakya yıkıldı. Ama enkazın altında sadece taş, toprak ve beton yoktu…  

Birlikte büyüyen komşular, kapı önünde paylaşılan çaylar, çocukların sokak aralarındaki gülüşleri… Yani bir şehrin ruhu, hafızası, kokusu gitti.

Deprem sonrasında yapılan TOKİ konutları,elbette halkın barınma ihtiyacını karşılamak için büyük bir adımdı. Sağlam zeminlerde, dağ eteklerinde, şehirden uzakta yükselen bu yeni yapılar; güvenli ama yalnız… Çünkü artık insanlar tarihi dokunun dışında, tanımadıkları insanların ortasında, eski mahallesinden kopmuş bir şekilde yaşıyor.

Antakya’nın kaybı sadece fiziki değil, sosyaldir.  

Birlikte yoğrulmuş hayatlar, komşuluklar, cemiyet duygusu yerle bir oldu.  

Bir halk, sadece evlerini değil; hafızasını, kültürünü, yaşanmışlıklarını da kaybetti.  

Yeni yapılan her konut, bir çatıdan ibaret değildir.  

Çünkü şehir dediğimiz şey, duvarlarla değil; bağlarla kurulur.  

Biz o bağları yitirdik…

Ve şimdi, geriye sadece hasretle dolu bir yeniden inşa süreci kaldı.

Peki ne yapmalı?

Bu toplumsal çözülmeyi azaltmak ve yeniden bağ kurmak için:

 Mahalle kültürünü canlandıracak sosyal alanlar (ortak avlular, pazar yerleri, kahvehaneler) yeni yerleşimlerde mutlaka yer almalı.  

– Aynı mahalleden gelen insanlar mümkünse aynı bloklarda veya yakın bölgelerde yerleştirilmeli.  

– Kültürel etkinlikler, mahalle festivalleri, dayanışma günleri düzenlenerek yeni yaşam alanlarında sosyal bağlar kurulmalı.  

– Çocuklar ve gençler için toplum merkezleri, yaşlılar için sosyal destek noktaları açılmalı.  

– Yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları, bu hafızayı sözlü tarih projeleriyle, belgesellerle, dijital arşivlerle yaşatmalı.

Çünkü biz sadece bir şehri değil, bir medeniyeti yitirdik.  

Ve ancak birlikte hatırlarsak yeniden canlandırabiliriz o kadim Medeniyeti..

Devamını Oku

DEĞERLER EROZYON: MODERN ZAMANLARIN SESSİZ ÇÖKÜŞÜ..!

DEĞERLER EROZYON: MODERN ZAMANLARIN SESSİZ ÇÖKÜŞÜ..!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Değerler Erozyonu: Modern Zamanların Sessiz Çöküşü” başlığı altında, yozlaşmanın izlerini sürerken şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza: Sosyal medya var ama sosyal vicdan yok. Görüntü var, gerçek yok. Gülmek için değer satılıyor, alayla büyüyen bir nesil yetişiyor. Mahalle yok olmuşken komşuluğu, saygıyı, dayanışmayı nasıl koruyabiliriz?

Sadece eğlenmek için yaşayan, kültür değil kurgu tüketen bir topluma dönüşmek üzereyiz. Ahlaki zemin kayarken biz neredeyiz? Takipçi uğruna kaybolan insanlık gerçeğini görmek ve konuşmak artık bir tercih değil, zorunluluk haline geldi.
Sosyal medya bir araçtır. Ama bu araç, kontrol edilmezse toplumu yönlendiren bir silaha dönüşür.
Gerçek değerleri görünür kılmak, saçmalığı değil anlamı yaymak için hepimizin sorumluluğu var.
Türkiye’de ve aslında tüm dünyada sosyal medya algoritmaları, ilgi çeksin yeter mantığıyla çalışıyor. Bu da şu sonuçları doğuruyor:

  1. Kalitesiz içerik öne çıkıyor
    – Saçmalık, abartı, şok edici davranışlar daha çok izleniyor.
    – Gerçek bilgi, nezaketli dil, faydalı içerikler ise geri planda kalıyor.
    – “Komik olsun da nasıl olursa olsun” anlayışıyla değerler hiçe sayılıyor.
  2. Takipçi ve para uğruna kişilik aşınıyor
    – Birçok kişi sadece “trend” olmak için kendi karakterine ters şeyler yapıyor.
    – Toplumsal saygı, aile terbiyesi, kültürel yapı önemsenmiyor.
    – Gerçek hayatla sosyal medya arasında ciddi bir kopukluk oluşuyor.
  3. Gençler için tehlikeli bir model doğuyor
    – Genç beyinler bu içerikleri “başarı” zannediyor.
    – Emek vermek, sabretmek, üretmek yerine “şok içerik yapayım yeter” bakışı yayılıyor.
    – Bu da çalışma ahlakı, özgüven ve gerçek hayata hazırlık gibi alanlarda büyük boşluk oluşturuyor.

Ne yapılmalı?
– Takipçiye değil, etkiye odaklanan içerikler desteklenmeli.
– Aileler, öğretmenler, toplum önderleri; gençlere sosyal medya okuryazarlığı kazandırmalı.
– Devlet ve platformlar, etik dışı içeriklere sınır koymalı, pozitif içerikleri teşvik etmeli.
Sonuç olarak:
Sosyal medya, kontrolsüz şekilde “takipçi ve para” uğruna kullanıldığında, toplumsal değerleri aşındıran bir tehdit haline gelir. Saçma içeriklerin öne çıkması; kaliteyi, gerçekliği ve faydayı gölgeler. Bu durum özellikle genç kuşaklar için sağlıksız rol modeller üretir.

Toplum olarak bu gidişata dur demek için:
– Sorumlu dijital kullanım teşvik edilmeli,
– Gerçek üreticiler desteklenmeli,
– Ve en önemlisi, sosyal medyada görgü, ahlak ve bilinç yeniden inşa edilmelidir.

Çünkü bir toplumun ekranlardaki yüzü, zamanla gerçek kimliğine dönüşür.

Devamını Oku

EKRANLARDAKİ TUZAK: GENÇLİĞİ HEDEF ALAN SENARYOLAR.!

EKRANLARDAKİ TUZAK: GENÇLİĞİ HEDEF ALAN SENARYOLAR.!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son yıllarda Türkiye’de dizi ve film sektöründe ciddi bir yön kayması yaşandığı açıkça görülüyor. Artık senaryolarda aile yok, sadakat yok, saygı yok… Peki ne var? İhanet, bencillik, ahlaki boşluk ve şiddet. Özellikle gençlere yönelik üretilen içerikler, bilinçli bir şekilde milli ve manevi değerlerden kopuk, özentiye dayalı bir yaşam tarzını pompalıyor.

Sanki birileri bu senaryoları, Türk gençliğini kimliğinden, inancından, ahlakından uzaklaştırmak için kurguluyor. Aile bağlarını koparan, anne-babayı küçümseyen, aşkı sadece tensel çekime indirgeyen bu yapımlar; milyonlarca gencin zihnini şekillendiriyor.

Gençler artık kendi kültürüne değil, ekrandaki sanal hayallere özeniyor.

Evliliğe değil “geçici ilişkilere”, sabretmeye değil “hemen tüketmeye”, aileye değil “yalnız yaşamaya” yönlendiriliyorlar.  

Bu senaryolar, sadece bir kurgu değil, bir yönlendirme aracıdır.

Bu noktada şu soruları sormak gerekiyor:

•⁠  ⁠Senaryolar neden hep aynı kalıpta?  

•⁠  ⁠Neden karakterlerin hiçbiri ailevi değerlere yaslanmaz?  

•⁠  ⁠Neden kötülük alkışlanır, erdem dalga konusu edilir?

Amaç sadece reytingse, neden değerli örnekler azınlıkta kalıyor?

PEKİ NE YAPMALI.?

1.⁠ ⁠RTÜK ve Kültür Bakanlığı, bu içeriklerin gençler üzerindeki etkisini analiz eden denetim mekanizmalarını güçlendirmeli.  

2.⁠ ⁠Yapımcılar, sadece para kazanma değil, topluma katkı sağlama sorumluluğu taşımalı.  

3.⁠ ⁠Ebeveynler, çocuklarıyla izledikleri içerikler üzerine konuşmalı; sessiz seyirci olunmamalı.  

4.⁠ ⁠Gençlere milli ve manevi değerleri içeren içerikler daha estetik, güçlü ve modern bir dille sunulmalı.

Çünkü bu ülkenin geleceği, repliklerle değil; karakterle şekillenir.

Senaryolar değişmezse, zihinler değişir.  

Ve bir milletin çöküşü, önce zihinsel işgalle başlar…

M Cenk AKGÖL

Devamını Oku