09 Eylül 2025 Salı
YOL VERME TARTIŞMASINDA SİNİRLENEN VATANDAŞ KAMYONU YUMRUKLADI
MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU
Depremler İntiharları Tetikledi Mi?
Kirli siyaset ne mi?
ZİHNİNİZİN EN İYİ İLACI: DÜZENLİ VE KALİTELİ BİR UYKU
KÜRESELCİLERİN YAPAY DEPREMLER ÜRETEREK İŞGAL PLANLARI
Modern çağın en büyük sorunlarından biri: uykusuzluk. Trafik, iş yoğunluğu, sınav telaşı, sosyal medya… Derken günün sonunda bedenimiz yorgun ama zihnimiz hâlâ ayakta kalıyor. Yapılan bir araştırmaya göre bir gece uykusuzluk normal uykuya göre beyinde atık madde birikimine neden olmaktadır. Buna ek olarak hepimiz biliyoruz ki uyumadan geçen bir gecenin ardından ertesi gün hem daha kaygılı hem de daha tahammülsüz oluyoruz. Peki neden?
Uyku, beynin gece boyunca kendini onardığı ve düzenlediği bir süreçtir. Yeterli uyku alındığında, duygular daha dengeli, kararlar daha sağlıklı olur. Yetersiz veya kalitesiz uyku, beynimizin duygusal düzenleme merkezlerini doğrudan etkiler. Ama uykudan çaldığımız her saat, aslında psikolojik dayanıklılığımızı azaltır. Bu durum, daha çabuk sinirlenmeye, olaylara karşı aşırı tepki vermeye ve genel bir mutsuzluk hissine neden olabilir. Uzun süreli uyku yoksunluğu, depresyon ve anksiyete bozuklukları riskini artırır. Bu yüzden kaygı bozukluğu ve depresyon yaşayan kişilerin büyük çoğunluğunda uyku sorunları da eşlik eder.
Tam tersine, yeterli ve kaliteli uyku, ruh halini dengelemeye, stresi azaltmaya ve bilişsel fonksiyonları güçlendirmeye yardımcı olur. İyi bir gece uykusu, problem çözme yeteneğini geliştirir, yaratıcılığı artırır ve genel olarak daha pozitif bir bakış açısı kazandırır. Özellikle uyku sırasında salgılanan melatonin ve serotonin gibi hormonlar, ruh sağlığımız üzerinde doğrudan olumlu etkilere sahiptir. Bu hormonlar, ruh halimizi düzenler ve uyku-uyanıklık döngüsünü kontrol eder.
Daha İyi Bir Gece İçin;
Yatak odanızı sadece uyumak için kullanın.
Özellikle akşam saatlerinde kafeinli içeceklerden ve alkolden kaçının.
Yatmadan en az bir saat önce telefon, tablet ve bilgisayar gibi mavi ışık yayan cihazlardan uzak durun.
Uyumadan önce kısa bir meditasyon ya da nefes egzersizi deneyin.
Gün içinde kısa yürüyüşler yaparak bedeninizi doğal uyku ritmine hazırlayın.
Uykunuza yatırım yapmak, ruh sağlığınıza yapacağınız en değerli yatırımlardan biridir. İyi bir gece uykusu, ruhumuza sabır, dinginlik ve umut verir.
Okul döneminde öğrencilerin kişilik gelişimlerini ve akademik başarılarını olumsuz yönde etkileyen sorunlardan birisi de “akran zorbalığı” olarak bilinen kavramdır. Akran zorbalığı saldırganlığın bir türü olarak tanımlanmakla birlikte, bazı yönleriyle genel saldırganlıktan ayrılmaktadır. Buna göre, bir söz ya da davranışın akran zorbalığı olarak adlandırılabilmesi için saldırgan özellik taşımasına ek olarak, taraflar arasında eşit olmayan bir güç dengesinin bulunması, kasıtlı yapılıyor olması ve zaman içerisinde tekrarlanması gerekmektedir. Bir kereye mahsus ortaya çıkan münferit olaylar bu kapsamda değerlendirilmemektedir.
Zorbalığın bu sinsi türü, çoğu zaman gözle görülür yaralar bırakmaz. Buradan anlaşılacağı gibi akran zorbalığı yalnızca fiziksel şiddetten ibaret değildir. İtmek, vurmak kadar; isim takmak, sürekli dışlamak, sırlarını yaymak, sosyal medyada küçük düşürmek hatta sessiz muamele de aynı derecede yıpratıcıdır. Bu durum, mağdurun kendini yalnız, değersiz ve yetersiz hissetmesine neden olurken, zorbanın kendi güvensizliklerini ve kontrol ihtiyacını tatmin etmesine hizmet eder. Zorbalığa maruz çocuk, “Ben yanlışım” inancını geliştirdiğinde, bu duygu onun ilişkilerinde, özgüveninde ve geleceğe bakışında iz bırakır.
Birçok ebeveyn, çocuğunun “arkadaşlarıyla kavga ettiğini” duyduğunda bunun sıradan bir durum olduğunu düşünür. Oysa her çatışma masum değildir. Bazı durumlarda bu tekrar eden, incitici ve çocuğun benlik saygısını zedeleyen bir döngüye dönüşür. Zorbalığa maruz kalan çocuk, çoğu zaman yaşadıklarını paylaşmaktan çekinir. Utanır, suçlu hisseder ya da “şikâyetçi” damgası yemekten korkar. Aileler bu noktada dikkatli olmalı; çocuğun davranışlarında ani değişimler fark ettiğinde (okula gitmek istememe, kaygı, içe kapanma, ders başarısında düşüş gibi) bunları önemsemelidir.
Peki aileler ne yapabilir?
Dinleyin ve İnanın: Çocuğunuz yaşadıklarını anlattığında, küçümsemeyin. “Büyütüyorsun” demek yerine “Seni anlıyorum, yanındayım” deyin.
Gözlemleyin: Çocuğun arkadaş çevresini, sosyal medya kullanımını ve duygusal tepkilerini takip edin. Sessiz kalmak, sorun yok anlamına gelmez.
Model Olun: Çocuğunuza empatiyi, saygıyı ve sağlıklı sınırları kendi davranışlarınızla gösterin. Çocuk, zorbalığa karşı durmayı en çok anne babasından öğrenir.
Okulla İş Birliği Yapın: Zorbalık okul ortamında sık görülür. Öğretmenlerle iletişimde olmak, sorunu çözmede güçlü bir adımdır.
Gerekirse Destek Alın: Uzman yardımı, çocuğun duygusal yaralarını onarmada ve özgüvenini yeniden kazanmasında büyük önem taşır.
Unutmayın, zorbalık sadece bireysel bir sorun değildir, toplumsal bir yaradır. Ebeveynler olarak, bu yarayı sarmak ve çocuklarımıza güvenli bir gelecek sunmak bizim elimizde. Onlara iyi bir dinleyici, güçlü bir destekçi ve en önemlisi sevgi dolu bir liman olun.
Gündelik yaşamın koşuşturmasında kendimizi sürekli başkalarının isteklerine “evet” derken buluruz çünkü çoğumuzun en zorlandığı şeylerden biri “hayır” diyebilmektir. İstemediğimiz bir davete gitmek, bize ağır gelen bir sorumluluğu üstlenmek ya da aslında içimizden gelmediği halde “evet” demek…. Bu “evet”ler, bazen bizi kendi sınırlarımızı aşmaya, yorulmaya ve hatta tükenmeye sürükleyebilir.
Psikolojik açıdan “hayır” diyebilmek, yalnızca bir reddetme eylemi değil; aynı zamanda kendimizi var etmenin, kimliğimizi korumanın ve iç huzurumuzu beslemenin en önemli yollarından biridir. Hayır demek bir kapıyı kapatmak değil, kendi hayatınızın direksiyonuna geçmektir. Birine hayır dediğinizde kendi önceliğinize evet demiş olursunuz. Buradan da anlaşılacağı gibi “Hayır” demek bir kopuş değil, bir koruma şeklidir.
Peki bu “evet” yorgunluğuna neden bu kadar kolay kapılırız? Çoğu zaman altında yatan neden, kendimizden çok başkalarını düşünme alışkanlığıdır. Kendimizi, sürekli başkalarına yardımcı olmak zorunda hissedebilir, birine “hayır” dediğimizde kötü hissedeceğimizden endişeleniriz. Oysa sınırların olmadığı bir yaşam, bir süre sonra tükenmeye mahkumdur.
Hayatımızda “hayır” demek çoğu zaman bir cesaret meselesi gibi görülür. Oysa asıl mesele, bunu nasıl söylediğimizdir. Çünkü bir “hayır” hem kırıcı olabilir hem de ilişkileri güçlendirebilir. İşte farkı belirleyen şey, sağlıklı hayır diyebilme becerimizdir. O halde nasıl sağlıklı hayır diyebileceğimize birlikte göz atalım.
Kısa ve Net Olun: Uzun açıklamalar yapmak zorunda değilsiniz. “Şu anda müsait değilim,” ya da “Maalesef bu konuda sana yardımcı olamayacağım” gibi net ifadeler kullanın.
Alternatif Sunun: Eğer isterseniz, durumu tamamen reddetmek yerine bir alternatif sunabilirsiniz. Örneğin, “Şu an bu işi yapamam ama yarın sana yardımcı olabilirim” gibi.
Empati Kurun, Ama Sınırınızı Koruyun: Karşı tarafın isteğini anladığınızı gösterin. ” İçinde bulunduğunuz durumdan dolayı benden beklediğiniz talebi anlıyorum, ancak şu an çok yoğunum” gibi cümleler hem anlayışlı hem de kararlı bir duruş sergiler.
Kendinize Öncelik Verin: Kendinize “hayır” dememek için bir liste oluşturun. Kendi planlarınız, dinlenme zamanınız ve kişisel hedefleriniz bu listenin başında yer alsın.
Unutmayın, “hayır” kelimesi, hayatınızın kontrolünü size geri veren küçük ama çok güçlü bir anahtardır. Onu kullanmaktan çekinmeyin. Çünkü bazen en büyük huzur, küçük bir “hayır”ın arkasında gizlidir.
Beden sağlığını korumak için düzenli beslenme ve egzersize önem veriyoruz. Ancak zihinsel sağlığımız için aynı özeni göstermek çoğu zaman aklımıza gelmiyor. Oysa ruh sağlığı da en az fiziksel sağlık kadar ciddiye alıp dikkat etmemiz gereken bir unsur. Çünkü hepimiz biliriz ki hayatımız inişli çıkışlı bir yolculuktur. Bazen yokuşlar dikleşir, rüzgarlar sertleşir ve kendimizi yorgun, tükenmiş hissedebiliriz. Tam da bu noktada, tıpkı fiziksel sağlığımıza özen gösterdiğimiz gibi, zihinsel sağlığımıza da yatırım yapmamız büyük önem taşır.
Araştırmalar, küçük ve sürdürülebilir alışkanlıkların zihinsel dayanıklılığı artırdığını ortaya koyuyor. Bu araştırma sonuçlarından anlayacağımız gibi küçük, günlük alışkanlıklarla ruhumuza iyi bakabiliriz. Peki, bu yolculukta bize yardımcı olacak günlük alışkanlıklar nelerdir?
Günlük Yürüyüş ve Fiziksel Aktivite: Düzenli fiziksel aktivite; sadece kaslarımızı değil, beynimizi de güçlendirir. 20 dakikalık bir yürüyüş kaygıyı azaltıp zihni berraklaştırır.
Dijital Detoks: Her gün belirli bir süre ekranlardan uzak kalmak zihinsel dinlenmeye katkı sağlar.
Şükran Günlüğü: Gün içinde minnet duyduğunuz 3 şeyi not almak, olumlu duyguları güçlendirir.
Nefes Egzersizi: Günde birkaç dakika derin nefes almak, sinir sistemini sakinleştirir.
Sosyal Bağlar: Dostlarla kurulan anlamlı iletişim, ruhsal iyileşmede güçlü bir destek sağlar.
Yaratıcı ve Hobisel Uğraşlar: Hayatınıza keyif katacak, size özel anlar yaratacak bir hobi edinmek zihinsel sağlığınızı korumanın en eğlenceli yollarından biridir.
Uyku Düzeni: Yeterli ve kaliteli uyku, zihinsel iyileşmenin en temel koşullarından biridir.
Bazen büyük çözümler arıyoruz ama işin sırrı küçük adımlarda gizli. Bugün, kendinize iyi gelecek bir adımla başlayın. Unutmayın, en değerli yatırımınız, kendi sağlığınızadır.
2025 yılının nisan ayında yapılan bir araştırmaya göre, dünya genelinde insanlar günde ortalama 6 saat 40 dakika ekran süresi harcıyor. Bunun yanı sıra 0-2 yaş arası çocukların neredeyse yarısı akıllı telefonlarla etkileşime giriyor. Bu verilerden de anlayacağımız gibi ekranlar hayatımızın bütününde yer edinmiş durumda.
Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırdığı aşikar, peki ya bizi esir alıyorsa? Gün içinde elimiz telefona kaç kez gidiyor? Akşam yatağa girdiğimizde bile telefon elimizden düşmüyor, son bir kez daha Instagram akışını kontrol etmeden uykuya dalamıyoruz. Bir araştırmaya göre ekran başında geçirilen sürenin artmasıyla sosyal medya bağımlılığı seviyeleri de yükseliyor. Sosyal medya, parmak uçlarımızda duran bir mutluluk tuzağı haline geldi. Beynimiz, bu dijital dünyanın tatlı vaatlerine çok kolay kanıyor. Her yeni “beğeni” veya “yorum” aldığımızda beynimizdeki ödül mekanizması harekete geçiyor ve bir miktar dopamin salgılanıyor. Bu, bize kısa süreli bir haz ve tatmin duygusu veriyor. Ne kadar çok “beğeni” alırsak, beynimiz o kadar fazla dopamin salgılıyor. Bu döngü devam ettikçe, aslında bir nevi dijital bağımlılık geliştiriyoruz.
Peki ekran kullanımımızın çok fazla olması ve sosyal medya dünyasının içinde bu denli yer almamız yalnızca dopaminle mi iligli? Elbette ki hayır. Bağımlılığa evrilme sürecinin başında sosyal medyanın kolay ulaşılabilir oluşu yer almaktadır. Buna ek olarak “Yaşanan Gelişmeleri Kaçırma Korkusu” olarak bilinen FOMO (Fear of Missing Out) sendromu, bizi sürekli olarak sosyal medyada kalmaya zorluyor.
Bu durum aklımıza ‘ peki bu döngüden nasıl çıkacağım’ sorusunu getiriyor. Teknolojiyi hayatımızdan tamamen çıkarmak gerçekçi bir çözüm değil. Önemli olan, onu bilinçli ve kontrollü bir şekilde kullanmayı öğrenmek. İlk adım, dijital detoks olabilir. Belki her gün belirli saatler belirleyerek telefonu bir kenara koyabiliriz. Akıllı telefonlarımızdaki ekran süresi takip uygulamaları, bize ne kadar zaman harcadığımızı göstererek farkındalık kazanmamızı sağlayabilir. Sanal dünyadan çıkıp gerçek hayatta hobiler edinmek, bir kitap okumak ya da sadece sevdiklerimizle sohbet etmek, beynimizin dopamin ihtiyacını daha sağlıklı yollarla karşılamasına yardımcı olacaktır.
Unutmayalım ki hayat, ekranın ardında değil, anın ta kendisinde saklı. Gerçek gülüşler, sıcak sohbetler ve paylaşılan anılar, hiçbir “beğeni” butonuyla ölçülemez.