Necdet Bilirer

Necdet Bilirer

29 Temmuz 2025 Salı

Hengâme, Hırs ve Huzursuzluk: İrade’nin Modern Dansı

Hengâme, Hırs ve Huzursuzluk: İrade’nin Modern Dansı
1

BEĞENDİM

ABONE OL

19. yüzyılın iç bunaltan salonlarından, karanlık felsefi koridorlarından seslenen Arthur Schopenhauer’a göre, insanın tüm yaşamı kör, amaçsız ve doymak bilmeyen bir güç tarafından sürükleniyordu: İrade.

Bu İrade, bizi hep daha fazlasını istemeye zorluyordu. Arzularımız doyduğunda mutluluk değil, sadece bir duraklama hissi yaşıyorduk — ve hemen ardından yeni bir boşluk beliriyordu. Schopenhauer’a göre bu döngü, insanın var oluşuna kazınmıştı. Dünya, onun gözünde, bir “tasarım”dan ibaretti; gördüğümüz her şey, sadece bir yanılsama perdesiydi. O perdenin arkasında ise İrade’nin bitimsiz dansı sürüyordu.

İrade’nin Yeni Sahnesi: Modern Zamanlar

Bugün, o eski felsefi tasvirin tozunu silkeleyip dijital dünyaya çevirdiğimizde, manzara çok tanıdık geliyor.

Etrafımızdaki hengâme — bitmek bilmeyen koşuşturmalar, başarı yarışları, hep bir şeylere yetişme hali — sanki Schopenhauer’ın İrade’sinin bugünkü modern koreografisi gibi.

İnsan, artık sadece yaşamak için değil; görünmek, fark edilmek, onaylanmak, daha fazlasına sahip olmak için çırpınıyor.

Hırs artık yalnızca bireysel bir dürtü değil; neredeyse bir sistem zorunluluğu.

Algoritmalarla Tasarlanmış Bir Gerçeklik

Schopenhauer “dünya bir tasarımdır” derken, bugünü görseydi ne derdi, kim bilir…

Artık gerçekliği yalnızca duyularımız değil, algoritmalar da biçimlendiriyor.

Sosyal medya akışlarımız, bize özel tasarlanmış içeriklerle dolduruluyor. Gösterişli hayatlar, pırıl pırıl başarılar, erişilmesi gereken “yeni standartlar” sürekli karşımıza çıkıyor.

Gözümüz doymaz hale geliyor çünkü gösterilen hep “bir tık ötesi.”

Bu, İrade’nin dış kaynaklı bir büyümesi: Biz artık ne istediğimizi değil, neyin bizden istenildiğini arzular hale geldik.

Tüketimin Ruhsuz Coşkusu

Tüketim kültürü, bu kontrolsüz İrade’yi besleyip duruyor.

Artık insan, sahip olduklarıyla değil; tüketebildikleriyle tanımlanıyor.

Kimliğimiz, vitrindeki ürünlere göre şekilleniyor. Satın alınan şeylerin geçici hazzı ise ruhumuzdaki asıl boşluğu örtmekten aciz.

Sahip oldukça eksiliyoruz.

Gösterdikçe tükeniyoruz.

Beğenildikçe yalnızlaşıyoruz.

Bunca eşyaya, bunca imkana rağmen neden huzursuzuz?

Neden bu kadar kırılgan, neden bu kadar yorgunuz?

Peki, Çıkış Nerede?

Schopenhauer, bu döngüden çıkmanın yollarını sanat, merhamet ve çilecilikte aramıştı.

İrade’yi inkar etmeyi, yani susmayı, durmayı, ihtiyacı arzuya kurban etmemeyi öneriyordu.

Peki biz?

Biz bu çağın çocukları, bu dijital hengâmenin içinde nefes almaya çalışanlar…

Gerçekten durabilir miyiz?

İçimize dönebilir, kendi öz sesimizi duyabilir miyiz?

Belki de yapılacak ilk şey budur:

Durmak.

Duyduklarımızın değil, duyamadıklarımızın izini sürmek.

Şu hep dışarıya akıttığımız dikkat ve enerjiyi bir anlığına içeriye çevirmek.

Orada, belki de bütün bu hengâmenin içinde sessizce bekleyen bir huzur vardır.

Belki de Schopenhauer’ın karamsarlığı, bizim uyanışımızın kıvılcımı olabilir.

Devamını Oku