Necdet Bilirer

Necdet Bilirer

20 Aralık 2025 Cumartesi

BİR KİTAP, BİR DEPREM, BİR ANI: BİR KİTAPLA GELEN YÜZLEŞME 

BİR KİTAP, BİR DEPREM, BİR ANI: BİR KİTAPLA GELEN YÜZLEŞME 
1

BEĞENDİM

ABONE OL

6 Şubat Kahramanmaraş depreminin ardından insanlar çadır ve konteyner kent gibi geçici barınma alanlarına yerleştirildi. Ben de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının geçici barınma alanlarında kurduğu psikososyal destek çadırlarında görev alıyordum.

Bir gün görevli olduğum çadırda düzenleme yaparken açtığım bir kolinin içinde eski bir kitap gördüm. Kitap, Rus yazar V. G. Belinski’ye ait bir eleştiri kitabıydı. Elime aldığımda önce garipsedim. Ardından zihnimde tam anlayamadığım, bir türlü birleştiremediğim bölük pörçük kareler belirdi. Anımsayamıyordum.

“Allah Allah,” diye söylendim kendi kendime. Kitapla aramda bir bağ var gibiydi ama ne olduğunu bilmiyordum. Kitabı bir kenara bırakıp işime devam ettim. Fakat aklım hep o kitaba gidiyor, dönüp dönüp bakıyordum. Beni ona çeken bir şey vardı; ama adını koyamıyordum.

“İşim bitsin, sonra bakarım,” dedim.

Nihayet işim bitti. Garip bir his ve anlamlandıramadığım bir merakla kitabı elime aldım. Önce ön ve arka kapaklarını inceledim. Kitapta bir şey aradığımı fark ettim ama ne aradığımı bilmiyordum. Yayınevi, çevirmen, yazar, içindekiler derken fark etmeden okumaya başlamışım. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum.

Kitabın “Gogol’a Mektup” bölümünün 121. sayfasında okuduğum ilk paragraftan sonra zihnimdeki o bölük pörçük kareler bir anda birleşti.

Meğer yıllar önce bu kitapla ilgili travmatik bir anım varmış.

O an içimde derin bir burukluk belirdi. Göğsümde bir ağrı hissettim. Bir an nefes almayı unuttum. Gözlerim doldu. Kızgınlık, öfke ve cevabını bulamadığım sorularla baş başa kaldım.

Hatırladığım şey tek bir an değildi. Ortaokul 1. sınıfta, sınıf rehber öğretmenimle geçen ve her etütte tekrar eden bir şiddet süreciydi.

Yatılı olarak başlamıştım ortaokula. Akşam yemeğinden önce bir saat zorunlu etüt olurdu. Etüt bitince sınıflar sırayla yemekhaneye alınırdı. Derslerin başladığı ilk hafta sınıf öğretmenimiz sınıfa geldi. Kendini tanıttı; sınıf, yemekhane ve yatakhane kurallarını sert ve katı bir dille anlattı ve çıktı. O andan itibaren ondan korkmaya başladım. Adı geçince bile içim ürperirdi.

Ben heceleyerek okurdum. Birçok kelimeyi doğru telaffuz edemezdim. Sınıf dolabında dünya klasiklerinden birçok kitap vardı ama dokunmaya cesaret edemezdim.

Bir akşam etüt sırasında herkes sırasında otururken ben ayakta, dolabın camından kitaplara bakıyordum. Bir anda öğretmen içeri girdi. Bağırarak, küfür ederek üzerime geldi. Yakamdan tutup defalarca tokat attı. Korkudan sesimi çıkaramadım.

“Sen kitap mı okuyacaksın? Çok mu istiyorsun kitap okumayı?” diye bağırdı.

Beni dolaba doğru fırlattı. Yere düştüm. Ardından, “Bir kitap al, getir; oku bakalım,” dedi.

Tepki veremeyince tekmeledi. Sonra yakamdan tutup sıraya doğru fırlattı. Sıraya çarpıp tekrar yere düştüm. Dolaptan bir kitap aldı, sıraya sertçe koydu.

“Kalk! Oku bakalım. Yüksek sesle. Herkes duyacak.”

Canım çok yanıyordu. Gözlerimden yaşlar akıyordu ama daha fazla dövülmemek için ses çıkarmıyordum. Titreye titreye kalktım. Kitabı açtım, kekeleyerek okumaya başladım. Her yanlışımda kafama vuruyor, küfürler ediyordu. Sınıfta çıt çıkmıyordu.

Yemek ziline kadar sürdü.

Zil çalınca, “Nerede kaldığını unutma. Bu kitabı bitirene kadar sana okutacağım,” dedi.

Ve dediğini yaptı.

Her etütte kafama, yüzüme vura vura; kulaklarımdan çekerek bana bu kitabı okuttu. Ben ise yediğim dayaktan, mideme giren kramplardan, arkadaşlarımdan utandığımdan dolayı akşam yemeklerini yiyemez oldum.

Evet.

Yardım kolileri arasında bulduğum kitap, Belinski’nin o kitabıydı.

Yaşadığım olayları kolay kolay unutmam. Ama bu anıyı ne zaman, neden unuttuğumu bilmiyorum. Kitaba baktıkça üzülüyorum. Kaldığım yerden devam edemiyorum.

Kendi kendime sorup duruyorum:

Ben neden üzülüyorum?

Devamını Oku

İRADENİN EN ZORLU EYLEMİ: TESLİMİYET

İRADENİN EN ZORLU EYLEMİ: TESLİMİYET
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Kontrol İllüzyonundan Özgür Bırakmaya Geçiş

Önceki yazımızda, Kontrol İllüzyonunun irademize yüklediği en pahalı maliyetten söz etmiştik.

Yeterince kaygılanarak, düşünerek ya da planlayarak sonuçları değiştirebileceğimiz yanılgısı; bizi hem yorgun, hem katı, hem de kırılgan hâle getiriyordu.

Peki, kontrol edemediğimiz gerçeğiyle dürüstçe yüzleştiğimizde ne yapmalıyız?

İrademizi tamamen bırakıp köşeye mi çekilmeliyiz?

Tabii ki  hayır.

Gerçek Özgür İrade, teslimiyeti pasif bir vazgeçiş olarak değil; aksine yüksek farkındalık, cesaret ve disiplin gerektiren en zorlu eylem olarak tanımlar.

Teslimiyet: Pasiflik Değil, Enerji Transferi

Daha önce manevi kaçış yollarını ve savunma mekanizmalarını tartıştığımız için, teslimiyetin ne olmadığını netleştirmek gerekir.

Teslimiyet, eylemsizlik değildir.

Teslimiyet, geri çekilmek değildir.

Gerçek teslimiyet, enerjinin yönünü değiştirmektir.

Tutsak İrade, enerjisini sonucu değiştirmeye çalışarak tüketir.

Bu, suyun akışına karşı sürekli kürek çekmektir.

Özgür İrade ise enerjisini, çabanın kalitesini artırmaya yönlendirir.

Bu, suyun akış yönünü kabul edip kürekleri daha ustaca kullanmaktır.

Teslimiyetin özü şudur: Kontrol edemeyeceğim sonuçları kabul ediyorum ve tüm dikkatimi, kontrol edebileceğim tek şeye yani şu anki eylemimin kalitesine  veriyorum.

Bu tutum, iradenin yalnızca niyetinden ve çabasının niteliğinden sorumlu olduğunu kabul etmektir.

Toprağa tohumu atabiliriz; fakat onun ne zaman filizleneceği ya da ne kadar ürün vereceği üzerindeki tanrısal gücü, kendi üzerimizden kaldırmaktır.

Bırakmanın Kazandırdığı Varoluşsal Esneklik

Kontrol illüzyonuna tutunmak, bizi varoluşsal olarak kırılgan yapar.

Plan bozulduğunda, yalnızca plan değil, irade de kırılır. Çünkü tüm anlamını sonuca bağlamıştır.

Oysa bırakma eylemi, iradeye derin bir esneklik kazandırır.

Hafiflik: Kontrol etme yükünü bıraktığımızda, kaygıya harcanan muazzam enerji serbest kalır. Bu, anında hissedilen bir zihinsel ve duygusal hafiflik yaratır.

Yaratıcılık: Serbest kalan enerji artık savunmaya değil; çözüm üretmeye, uyum sağlamaya ve anı okumaya yönelir. Özgür İrade, planı değil, anı yönetir.

Huzur: Sonucu değiştiremeyeceğimizi bildiğimiz hâlde kendimizi yormak yerine, eylemimizi en yüksek vicdani dürüstlükle tamamladığımızda geride kalan tek duygu huzur olur.

Bu, iradenin kendine değil; hayatın kaotik ama düzenleyici akışına duyduğu yüksek bir güven düzeyidir.

Son Söz: Vazgeçmek Değil, İzin Vermek

Teslimiyet, vazgeçmek değildir.

Teslimiyet, olması gerekene izin vermektir.

Bu izin, iradenin en büyük başarısıdır.

Çünkü kişi, kendi gücünün ve çabasının ötesindeki güçleri kabul etme alçakgönüllülüğünü gösterebilmiştir.

Özgür İrade; yalnızca çabaya odaklanarak, sonuç ne olursa olsun yaşamla sürekli bir dans hâlinde kalma cesaretini taşır.

Peki siz, hayatınızın hangi alanlarında kontrol illüzyonuna tutunarak enerjinizi tüketiyorsunuz?

Bırakma cesaretini göstererek, enerjinizi kendi eyleminizin kalitesine aktarmaya hazır mısınız?

Duygu ve düşüncelerinizi [email protected] adresi üzerinden benimle paylaşabilirsiniz.

Birlikte düşünmek dileğiyle…

Devamını Oku

KONTROL İLLÜZYONU: İRADENİN EN PAHALI YANILGISI

KONTROL İLLÜZYONU: İRADENİN EN PAHALI YANILGISI
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Belirsizliğin Korkusu ve Eylemsizliğe Sığınmak

Önceki yazılarda Vicdani Dürüstlüğe değinmiş, kendi hatalarımızla ve manevi kaçışlarımızla yüzleşmenin Özgür İradeyi inşa etmenin ilk ve en zor adımı olduğunu belirtmiştik.

Peki, kendimize karşı dürüst olmayı başardığımızda bizi karşılayan ilk duygu nedir? Korku.

Çünkü dürüstlük, bize acı gerçeği gösterir: Hayatın temel sonuçları üzerinde neredeyse hiçbir kontrolümüz yoktur.

Modern birey ise bu korkuyu gidermek için hayali bir sığınak kurar: Kontrol İllüzyonu. Her şeyi önceden hesaplamak, en kötü senaryoları düşünmek, her detayı mükemmelleştirmek… Sanki yeterince çabalarsak kaderi zorlayabiliriz.

Oysa bu çaba, iradenin en büyük, en pahalı ve en tüketici yanılgısıdır.

Kaygının Mekanizması: Neden Kontrol Etmeye Çalışırız?

Kontrol etme çabamızın arkasında, sadece başarı arzusu değil, çok daha derin bir korku yatar: Kaosu ve savunmasızlığı kabul etme korkusu.

Özgül İrade, doğası gereği güvende olmak ister. Belirsizlik ise güvenliğin tam tersidir.

Bu nedenle irademiz, bilinmeyene karşı sürekli bir savunma mekanizması geliştirir. Sürekli düşünerek, planlayarak ve kaygılanarak aslında kötü bir şeye hazırlıklı olduğumuz yanılsamasını yaratırız.

Ama bu hazırlık, bizi özgürleştirmek yerine felç eder.

Tutsak İrade: Enerjinin tamamını sonucu değiştirmeyecek ayrıntıları kontrol etmeye harcar.

Özgür İrade: Enerjinin tamamını kendi eyleminin kalitesini artırmaya harcar.

Kontrol çabası, hareketi felç eden bir kaygıya, bir nevi analiz felcine yol açar. Kişi, mükemmel sonucu garanti edemediği için en iyi eylemi bile gerçekleştiremez.

İllüzyonun Yüksek Maliyeti

Kontrol İllüzyonu, bize sadece zaman ve enerji kaybettirmekle kalmaz; varoluşsal bir esnekliğe de mâl olur.

İrade, kontrol edemediği bir durumla karşılaştığında (ki bu her zaman olur) katılaşır ve kırılır. Çünkü illüzyona yatırım yapmıştır.

Hayatın kaotik akışına karşı gösterdiğimiz direnç, bizi hem katı hem de kırılgan yapar. Bu durumda Özgül İrade sürekli bir hayal kırıklığı ve öfke sarmalına girer: “Neden benim planladığım gibi olmadı?”

Gerçek ise şudur: Bizim irademiz sadece niyeti ve çabayı kontrol edebilir. Tohumu toprağa atmayı kontrol edebiliriz; ama yağmurun ne zaman yağacağını ya da toprağın ne kadar ürün vereceğini asla.

Son Söz: Çabaya mı, Sonuca mı?

Özgür İrade, sonucu kabul etmeyi, fakat bu kabul edişten eylemsizlik üretmemeyi, ders çıkarmayı öğrenmektir.

Özgürleşme; tüm gücümüzü, en yüksek vicdani dürüstlüğümüzle o anki görevi yerine getirmeye adamak ve gerisini evrenin akışına bırakma cesaretinde yatar.

Peki siz, hayatınızda Kontrol İllüzyonuna esir oldunuz mu? Bu yorucu maliyeti neyle ödediniz? Enerjinizi, asla kontrol edemeyeceğiniz sonuçlara mı, yoksa dürüstçe ortaya koyabileceğiniz çabaya mı harcadınız?

Duygu ve düşüncelerinizi [email protected] adresi üzerinden bana iletebilirsiniz.

Birlikte düşünmek dileğiyle…

Devamını Oku

Nefes

Nefes
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Ah ciğerim,
Göğüs kafesimin suskun mahkûmu…
İki dudak arası yanan bir sigara gibisin;
Dumanın bile bana kalmadan
Bitti, biteceksin.

Bir bıraksam seni,
Uçan balon gibi
Belki göğe erişeceksin;
Belki de benden kopmanın
Hafifliğine şaşacaksın.

Nedir bu kürdan hafifliği,
Bunca zehrin, ağırlığın içinde?
Sanki çökmüş bir omzun
Son direnci gibisin;
Tükenişinle bile
Bana tutunmak isteyen bir yük gibi.

Devamını Oku

VİCDANİ DÜRÜSTLÜK: ÖZGÜR İRADEYİ İNŞA ETMEK

VİCDANİ DÜRÜSTLÜK: ÖZGÜR İRADEYİ İNŞA ETMEK
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Aydınlanmış Mahzenden Özgür Benliğe Uzanan Yolculuğun Son Bölümü

İki yazılık serimizin önceki bölümlerinde, egonun son sığınağı olan “Aydınlanmış Mahzenin” nasıl inşa edildiğini ve sonunda nasıl yıkıldığını anlatmıştık. Manevi söylemlerin parlak cümleleriyle ertelenen duygusal borçlar, sonunda “Yıkılan Mahzenin Yankısı” olarak geri dönmüş; iradenin yüzleşmekten kaçtığı her şey, çöküş anında görünür hâle gelmişti.

Şimdi o enkazın ortasındayız. Artık filtre yok, retorik yok. Sadece çıplak gerçeklik var: Yetersizliklerimizle, kusurlarımızla ve kaçtığımız acılarımızla.

Peki, Özgül İrademizi tutsak eden bu yıkımdan sonra; bizi Özgür İradeye götürecek yeni bir yapıyı nasıl kuracağız?

Yeni Yapının Temeli: Vicdani Dürüstlük

Mahzen yok olunca çoğu insanın yaptığı ilk şey, hemen yeni ve daha güçlü bir mahzen inşa etmeye kalkışmaktır. Oysa bu, egonun son tuzağıdır. Yeni yapının temeli, kusursuzluk değil; vicdani dürüstlük olmalıdır.

Gerçek maneviyat, mükemmellik değil, tamamlanmışlık arayışıdır. Tamamlanmışlık ise ancak şunları yapabildiğimizde mümkündür:

Acıyı Kabul Etmek:

“Bu acı gerçek,” diyebilmek.

Onu düşük titreşim, negatif enerji gibi kavramlarla bastırmaya çalışmadan; onun insana ait doğal bir deneyim olduğunu kabul etmek.

Sorumluluğu Kucaklamak:

“Bu durumda bana düşen nedir?” diye sorabilmek.

Suçu evrene, ruhsal yasalara ya da başkasına atmayı bırakıp kendi payımıza düşeni üstlenmek.

Özgül İradeden Özgür İradeye Geçiş

Manevi narsisizm bize bir illüzyon sunmuştu: “Gerçekleşmek kolaydır, zahmetsizdir, sadece iyi hissetmektir.”

Oysa Özgür İrade, acıdan kaçmayı değil, acıya rağmen eylemde kalmayı öğretir.

İşte tutsak iradenin konforu ile özgür iradenin cesareti arasındaki temel farklar:

•⁠  ⁠Tutsak İrade duygulardan kaçar, onları manevi sözlerle bastırır; Özgür İrade ise acıyı görür ve onunla dürüstçe temas eder.

•⁠  ⁠Tutsak İrade kendini yüceltmek için başkalarını etiketler; Özgür İrade kendini eleştirebilir, başkasını anlamaya alan açar.

•⁠  ⁠Tutsak İrade “Akışa bırakıyorum” diyerek çabadan geri durur; Özgür İrade çaba gösterir, konfor alanından bilinçli olarak çıkar.

•⁠  ⁠Tutsak İrade zorlukları tehdit olarak görür; Özgür İrade zorlukları gelişimin doğal bir parçası olarak kabul eder.

•⁠  ⁠Tutsak İrade kendi gölgesini inkâr eder; Özgür İrade hem ışığını hem gölgesini birlikte taşır.

Özgürleşme süreci tek bir aydınlanma anı değildir; Çalışmak, yüzleşmek, düşmek ve yeniden kalkmak döngüsüdür.

Son Söz: Boşluğun Korkusu, Özgürlüğün Kapısıdır

Egonun sahte sığınakları yıkıldı. Geriye, korkutucu bir boşluk kaldı.

Fakat bu boşluk, hayatımızdaki en değerli alan olabilir. Çünkü ilk kez, kendimizi yeniden ve dürüstçe kurabileceğimiz gerçek bir zemin sunuyor.

Özgül İradeden Özgür İradeye uzanan bu yolculuk bitmedi. Sadece daha olgun, daha sade ve daha cesur bir aşamaya geçti.

Peki siz, Manevi Narsisizmin Gölgesi serisinin ardından ortaya çıkan bu çıplak gerçekliğin ağır ve onurlu sorumluluğunu taşımaya hazır mısınız?

Düşüncelerinizi [email protected] adresine iletebilirsiniz.

Birlikte düşünmek dileğiyle…

Devamını Oku