Nurgül Bekar

Nurgül Bekar

07 Ekim 2025 Salı

BATIL İNANÇLAR: UĞURSUZLUĞUN DA BİR TARİHİ VAR

BATIL İNANÇLAR: UĞURSUZLUĞUN DA BİR TARİHİ VAR
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bazı insanlar sabah işe giderken kahvelerini döker, “günün rezil geçecek” der. Ben kahvemi dökünce tek düşündüğüm şey şu oluyor: “Üstüm başım rezil oldu, günüm değil!” Ama işte biz insanlar, her şeyin arkasında bir anlam aramayı seviyoruz. Anlam bulamazsak da, hemen batıl inanç diye bir paket yapıp hayatımıza boca ediyoruz.

Gel, beraber bakalım: Kimi kediye, kimi merdivene, kimi de evde kırılan bardaklara kafayı takmış. Eh, boş oturacak hâlimiz yok, biraz eğlenelim bari.

Kara Kedi Yolunu Keserse…

Kara kedi yolunu keserse ne olur? Kedi gider, sen kalırsın. Ama Orta Çağ Avrupası öyle düşünmemiş; kediyi şeytanla ortak yapmış. Kara kedi görünce kalp krizi geçirecek hâle gelmişler. Oysa Antik Mısır’da kediler VIP’ti. Kara kedin varsa, sanki “şanslı elitler kulübü”ne üyeydin. Yani senin kedin kara mı? Avrupa’da lanetli, Mısır’da şanslı. Ben olsam Mısır’a taşınır, kedimle sefa sürerdim.

Nazar Boncuğu: Cam Sanatının En Popüler Bahane Ürünü

Nazar boncuğu olmasa evlerimizde duvara ne asacaktık? Tüylü magnet mi? Mezopotamya’da insanlar “göz çok tehlikeli” demiş. Mavi göze bakıp “bu kesin uğursuzluk getirir” diye düşünmüşler. Çareyi de gözü camdan yapmakta bulmuşlar. Şimdi düşünün: Biri size kötü kötü bakıyor, siz de ona mavi boncuk sallıyorsunuz. Çat diye enerji geri mi dönüyor? Belki hayal gücünüz geri dönüyordur, kim bilir…

Merdiven Altından Geçme, Hayatın Kayar!

Duvara dayalı merdivenin altından geçmek uğursuzmuş. Eski Mısırlılar “üçgen kutsaldır, bozmayın” demiş. Hristiyanlar da “teslisi bozar” diye eklemiş. Yani olay aslında “geometriye saygı” hareketi. Benim gördüğüm tek gerçek ise şu: Merdivenin altından geçerken kafana tornavida düşebilir. İşte asıl uğursuzluk budur!

Tahtaya Vurmak: Ağaç Ruhlarını Uyandırma Servisi

Bizde güzel bir şey söylenince hemen “aman nazar değmesin” denir, sonra hop diye tahtaya vurulur. Paganlar ağaçlarda ruhlar yaşıyor sanıyordu. “Aman ruhlar bizi duysun da yardım etsin” diye ağaca vururlardı. Bugün de aynı refleks devam ediyor. Tek farkla: O zamanlar meşe ağacı, şimdi evin sehpası!

Cam Kırıldıysa Nazar Çıktı (!)

Evde bardak, tabak ya da cam kırılınca annelerimiz hemen sahneye çıkar:
— “Aman nazar çıktı, hayırlısı olsun!”

Yahu kırılan şey nazar değil, bardak seti! Ama bu inanç sayesinde yıllarca bulaşık makinesi suçlu sandalyesine oturmadı. Her “çıt” sesine “ohh, kötü göz çıktı” dendi. İşin ironisi de şurada: Cam kırılınca mutlu oluyorsun, ama ertesi gün yeni bardak almak için markete gidince asıl nazarı orada yiyorsun. Çünkü fiyatlar cam gibi şeffaf ama ruh gibi acıtıcı!

Cuma 13: Hollywood’un Uğursuz Günü

Bizim kültürde salı uğursuz, Batı’da Cuma 13. 12 her zaman “tam” sayılmış; 13 ise fazla misafir gibi görülmüş. Bir de Cuma, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği gün olunca… Hop, uğursuzluğun patenti alınmış. Hollywood da bunu korku filmleriyle destekleyince, Cuma 13 adeta “evde kal günü”ne dönmüş. Ben şahsen o gün indirimleri takip ederim, bana gayet uğurlu geliyor.

Peki Neden Hâlâ İnaniyoruz?

İşin komik tarafı, batıl inançlara mantıksız olduklarını bile bile tutunuyoruz. Çünkü insan beyni biraz tembel: “Kontrol edemediğim şeyler var, bari kara kediye fatura keseyim.” Oysa belki de kedi sadece mahallenin köşesindeki balıkçıya gidiyordur. Nazar boncuğunu boynumuza takınca kendimizi güvende hissediyoruz. Bardak kırılınca “tamam, uğursuzluk gitti” diye ferahlıyoruz. Tahtaya vurunca “evrenle sözleşme imzaladım” sanıyoruz. Yani aslında uğursuzluğu kovmuyoruz; içimizdeki kaygıyı susturuyoruz.

Sonuç: Gül, Geç

Batıl inançlara inan, inanma… Ama işin eğlenceli kısmını kaçırma. Kahve döküldüyse günün değil, gömleğin uğursuzdur. Bardak kırıldıysa nazar değil, bulaşık makinesi fazla çalışmıştır. Kara kedi çıktıysa uğursuzluk değil, sadece mama saatidir.

Kısacası hayat zaten yeterince ciddi. Batıl inançları da biraz gülerek taşıyalım. Sonuçta uğursuzluk dediğin şey bazen sadece dolaptan kafana düşen tenceredir.

Sevgilerimle

Nurgül Bekar

X.Com//@nurbekar

İnstagram// @nurgul_bekar

Devamını Oku

İÇ HASTALIKLARI VE GASTROENTEROLOJİ UZMANI PROF. DR. ŞERİF YILMAZ

İÇ HASTALIKLARI VE GASTROENTEROLOJİ UZMANI PROF. DR. ŞERİF YILMAZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Prof. Dr. Şerif YILMAZ
İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı
Karaağaç Konarlı Mahallesi
Uğur Mumcu Caddesi
No: 297B
İskenderun/HATAY
Web: www.drserifyilmaz.com
İletişim: 05336710965

1)Sayın hocam isterseniz önce sizi tanıyalım. Şerif Yılmaz kimdir? 

İskenderun bir sevda ve ben aşıklarından biriyim. Bu şehirde doğdum, büyüdüm, okudum. Üniversite yıllarım Kayseri’de geçti. Diyarbakır’da İç hastalıkları uzmanı olduktan sonra Gastroenteroloji yan dal ihtisasını tamamladım. İstanbul Üniversitesi’ndeki sınav ile Doçent olduktan bir süre sonra Profesörlük unvanı aldım. Anlaşıldığı gibi hem Dâhiliye hem de Gastroenteroloji uzmanıyım. Ulusal ve uluslararası çok sayıda bilimsel yayınım ve ülkemize kazandırdığım ‘’Siroz’’ adlı akademik bir kitabım mevcut. Hastane ortamlarım çoğunlukla üniversitede geçti. Buralarda hem tıp eğitimleri verdim, hem de hasta değerlendirmeleri yaptım. Uzun yıllardır hastalarıma daha rahat zaman ayırabileceğim, özenli işlemler yapabileceğim bir özel muayenehane oluşturma düşüncem vardı. Özel muayenehanelerin bir ihtiyaç olduğu kesin. Bu ortamda hata payınız düşer, iletişim gücünüz artar. Psikolojiye inme ortamı için yeterli zaman gerekli. Daha temiz, konforlu ve zamanın daha esnek olduğu ortama tecrübenizi eklediğinizde hem hasta memnun, hem biz mesleki tatmin yaşamış oluyoruz. Bu düşünceyle ben de bir süredir İskenderun’da özel klinik (muayenehane) işletmekteyim.

2)İç Hastalıkları yanında ağırlıklı olarak Gastroenteroloji hizmeti veriyorsunuz. GASTROENTEROLOJİ nedir?

Çok önemli bir aydınlatma sorusu benim için. GASTROENTEROLOJİ tıbbi bir bilim dalı olarak sindirim sistemi organlarını (yemek borusu, mide, ince ve kalın bağırsaklar), karaciğer, pankreas ve safra kesesi ilişkili şikâyet ve hastalıkları alan edinen bir uzmanlık alanıdır. İç hastalıkları eğitiminin üzerine ek olarak üç yıl daha çalışarak uzman olunur. Biz Hatay’lıyız ve burada akla gelen ilk sözcük GASTRONOMİ. Gastronomi, mutfağı konu alan bir disiplin. Gastroenteroloji ile hiçbir ilgisi yok. Bunu özellikle vurgulamak gerekli. 

3)Özel Kliniğinizde hangi sorunları ve hastalıkları yönetmektesiniz?

Kliniğimizde Gastroenteroloji ve Hepatoloji bilim dallarının ilgi alanı içinde yer alan midede ekşime, ağza acı su gelmesi, yanma, yutma güçlüğü, mide ağrısı, karın ağrısı, kusma, ağızdan veya makattan kanama, düzensiz dışkılama, ishal, kabızlık, vücutta sararma ekseninde; gastroözofageal reflü hastalığı, mide ülseri, gastrit, iltihabi bağırsak hastalıkları (ülseratif kolit, crohn hastalığı), kanser, pankreatit, hepatit, siroz gibi majör tabloları yönetebilmekteyiz. Çok önemli bir konuya daha işaret etmek istiyorum. Bilindiği gibi kolon (kalın bağırsak) kanseri dünyada en sık görülen üç kanserden birisi. Tüm dünyada 50 yaşına gelen her birey (kadın-erkek fark etmez, şikâyet olsun-olmasın) kolonoskopi yaptırmalıdır. Bu sayede polip/kanser taraması yapılmış olur. Bu bilgiyi kulak ardı edenler çoğunlukta olsa da, işin önemini kavrayan çok insan hiçbir şikâyeti olmadan kliniğimize gelip kolonoskopisini yaptırıyor ve saptadığımız polipleri tabanından kesip çıkararak onları kansere karşı korumuş oluyoruz. Kolon kanseri tarama programı evrenseldir.

4)Özel Kliniğinizde hangi tıbbi yöntemleri uygulamaktasınız?

Tabi ki hastanın şikayetini dinlemek, fizik muayenesini yapmak yanında olmazsa olmazım karın bölgesi ultrasonu uygulamak. Ayrıca kliniğimizde deneyimli personelim ile ENDOSKOPİ ve KOLONOSKOPİ ağırlıklı işlemler gerçekleştiriyoruz. Endoskopik işlemler, ucunda kamera ve ışık kaynağı olan bükülebilir bir sistem ile yemek borusu, mide, ince ve kalın bağırsak incelemelerinin yapıldığı bir alan. Bu yöntem sayesinde sindirim sistemi iç yüzünü görmek, patolojik lezyonları tanımlamak, gereğinde biyopsi almak, darlıkları genişletmek, tüp takmak ve saptanan polipleri aynı anda endoskopik olarak kesip çıkarmak gibi değerli işlemleri gerçekleştirebiliyoruz. Safra yollarının safra taşı veya tümör ilişkili tıkanıklığında ERCP dediğimiz yöntemde endoskopik olarak ağızdan girerek taşları çıkarmak veya tümörün tıkadığı alana stent takmak mümkün olabiliyor. Yaptıklarımızı sistematik olarak şöyle özetleyebilirim: Endoskopi (İleri düzey: NBI, BLI, Kromoendoskopi, erken mide kanseri taraması, Barrett Özofagus tanımlamaları), Rektosigmoidoskopi, Kolonoskopi, ERCP (safra yolu taşlarına tümörlerine endoskopik müdahale), Polipektomiler, EMR (mide ve bağırsaktaki et benlerini kesip çıkarma), Sindirim Sistemi Darlıklarına Müdahale (Balon-Buji-Stent), Sindirim sistemi kanamalarının endoskopik tedavileri, sirozlu hastalarda yemek borusu varislerini bantlama (EVL), PEG (Mideye beslenme tüpü açma), Obezitede Mide Botoksu ve Mide Balonu uygulamalarıve bağırsak mikrobiyota restorasyon tedavileri. 

5) İç Hastalıkları alanında neler yapmaktasınız?

Kliniğimizde ayrıca genel Dâhiliye uzmanlığının gereği olan hastalıklara akademik destek sunabilmekteyiz. Diyabet, hipertansiyon, anemi, hiperlipidemi, gut hastalığı, böbrek sorunları bu kapsamda yer almakta. Bütün bu hizmetleri yönetirken güler yüz, empati, geniş zaman, detay ve hastayı mutlak bilgilendirme zeminini sağlamış oluyoruz. Fonksiyonel Tıp alanında da güzel bir zemin oluşturduk, ilerliyoruz.

6)İnsanlar bu sorunları için bazen kendi inisiyatifleri, bezen de doktor yönlendirmeleri ile daha büyük şehirlerden hizmet alma eğiliminde olabiliyor. Bu konuda ne dersiniz? 

Güzel bir soru. Özellikle Gastroenterolojik ve Hepatolojik problemler için insanlar yakın şehirlere yöneliyor yahut yöneltiliyor. Bu bilim dalının varlığı konusunda halk daha az bilinçli. Burada iş biraz da sağlık çalışanları ve doktorlara düşüyor. Hasta yönlendirirken doğru farkındalık ile yürümemiz lazım. Hastaların başka şehirlere yönelirken yol giderleri, gittikleri noktada doğru insanla karşılaşamama riski, bilgiye erişememe olasılığı söz konusu. Sizleri bu ortamda bir akademisyen, derin bir deneyim ve ilgi bekliyor. Biz burada iken yemek borusu, mide, bağırsak, karaciğer, safra kesesi ve pankreas odaklı sorunlarda hiçbir yere gitmenize gerek kalmayacak kadar iyi bir donanım mevcut. Sizler için buradayız.

7)Son olarak sizin eklemek istediğiniz başka bilgiler var mı?

Sağlığınızı önemseyin ve onu doğru hastanelerle değil, doğru hekimlerle yönetin. Koruyucu hekimliği, sağlıkta tedbir almayı seçin. İnternetteki arama motorları, instagram, facebook gibi platformlardaki bilgi kirliliği tercihiniz olmasın. Aklınıza geleni güvenilir bir uzmana danışın. Pozitif ve mutlu olun.

Devamını Oku

HATAY’DA NE YENİR? UNESCO GASTRONOMİ ŞEHRİNİN SOFRASINDA TESCİLLİ LEZZETLER

HATAY’DA NE YENİR? UNESCO GASTRONOMİ ŞEHRİNİN SOFRASINDA TESCİLLİ LEZZETLER
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Yeniden Doğuşun Sofrası

Hatay’da bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır; çünkü burada kahve yalnızca içilmez, bir kültür olarak yaşatılır. Süvari (çay bardağında), köpüksüz ama kaynatılarak sunulan kahve, “açık mı, orta mı, koyu mu?” sorusuyla başlar.

Ve tıpkı kahve gibi Hatay’ın yemekleri de sıradan değildir. 6 Şubat depremleriyle sarsılan bu şehir, taş fırınlarından yükselen kokularla yeniden doğmuştur. UNESCO’nun 2017’de “Gastronomi Şehri” ilan ettiği Hatay, bugün yalnızca yapılarıyla değil, yemekleriyle de yeniden ayağa kalkan bir kültür atlasıdır.

Antakya: Sofranın Kalbi

Taş fırınlardan yayılan kokunun peşine düşerseniz, Antakya mutfağının kalbine varırsınız. Burada yemek yalnızca doymak değil, medeniyetlerin ortak sofrasına oturmaktır.

KünefeAB Coğrafi İşaret (PGI)

Kağıt Kebabı (Lahmelevarka)TÜRKPATENT Coğrafi İşaret

Sini Kebabı – Geleneksel taş fırın lezzeti

Kaytaz Böreği (Kıddes)TÜRKPATENT Coğrafi İşaret

Katıklı / Biberli Ekmek (Bıbarelli) – Yöresel kahvaltı ekmeği

Tuzlu YoğurtTÜRKPATENT Coğrafi İşaret

Diğer Antakya lezzetleri: Lahmacun (Lehımlacim), Kuruz, Sembuske, Hirisi, Şıhıl Mahşi, Humus, Mütebbel, Babagannuş & Abugannuş, Muhammara (TÜRKPATENT tescilli), Zeytin Salatası, Sürki, Zahter, Kabak Tatlısı, Haytalı, Kömbe (TÜRKPATENT tescilli).

Samandağ: Asi’nin Ateşi

Samandağ Biberi, Hatay mutfağının asi ruhunu taşıyan en özel lezzettir. Türkiye’nin en acı biberlerinden biri olan bu ürün, TÜRKPATENT tarafından coğrafi işaretle korunmaktadır.

Arsuz: Limonun Ferahlığı

Arsuz Limonu, düşük asiditesi ve yoğun aromasıyla bilinir. Yörede yapılan limon dondurması, yalnızca taze limonla hazırlanır; katkı maddesi içermez, tamamen doğaldır.

İskenderun: Denizden Gelen Sofra

İskenderun Jumbo Karidesi, Körfez’in sıcak sularında yetişir, etli yapısıyla tanınır. Ayrıca kaya balığı (lagos) da bölgenin öne çıkan deniz ürünlerindendir.

Altınözü: Zeytinin Diyarı

Halhalı ZeytiniTÜRKPATENT Coğrafi İşaret

Altınözü ZeytinyağıTÜRKPATENT Mahreç İşareti

Yayladağı: Çileğin Kokusu

Yayladağı Çileği, küçük ama aromatik yapısıyla ilkbaharda ilçenin sokaklarını tatlı bir kokuya bürür.

Kırıkhan: Yazın Serin Kavunu

Kırıkhan Kavunu, ince kabuğu ve yüksek şeker oranıyla yaz sofralarının vazgeçilmez ikramıdır.

Belen: Yol Sofrası

Belen Tava, Osmanlı döneminden günümüze uzanan, yol üstü sofralarının en bilinen lezzetidir.

Payas: Ciğerin Dumanı

Payas Ciğeri, tersane ve demir işçiliği kültüründen sofralara taşınan yöresel bir lezzettir.

Dörtyol & Erzin: Narenciyenin Bahçesi

Dörtyol portakalı ve Erzin mandalinası, sadece meyve olarak değil, reçel, şerbet ve kabuk şekerlemeleriyle de mutfağın tatlı yüzünü gösterir.

Hatay, Medeniyetlerin Sofrası

Künefeden kağıt kebabına, Samandağ biberinden Halhalı zeytinine kadar her tat, Hatay’ın zengin kültürünü taşır. Bu yüzden Hatay’da yemek yemek, tarihin ve medeniyetlerin buluştuğu sofraya oturmaktır.

Nurgül Bekar
Hatay Büyükşehir Gazete Köşe Yazarı | Astrolog & Yazar

Kaynaklı Tesciller

UNESCO – Hatay Gastronomi Şehri (2017)

UNESCO Hatay Gastronomi Evi

Antakya Künefesi – AB Coğrafi İşaret (PGI – Protected Geographical Indication)

Antakya Kağıt Kebabı – TÜRKPATENT

Antakya Kaytaz Böreği – TÜRKPATENT

Samandağ Biberi – TÜRKPATENT

Hatay Cevizli Biber / Muhammara – TÜRKPATENT

Hatay Kömbesi – TÜRKPATENT

Hatay Halhalı Zeytini – TÜRKPATENT

Antakya Tuzlu Yoğurdu – TÜRKPATENT

Altınözü Zeytinyağı – TÜRKPATENT (Mahreç İşareti)

Devamını Oku

DÜNYA KRİZİ KAPIMIZDA: KÜRESEL ISINMA VE BELEDİYELERİN SINAVI

DÜNYA KRİZİ KAPIMIZDA: KÜRESEL ISINMA VE BELEDİYELERİN SINAVI
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Her yaz biraz daha sıcak, her kış biraz daha kurak geçiyor. Bunu artık yalnızca kutuplarda eriyen buzullardan, uzak coğrafyalardan izlemiyoruz. Kendi sokaklarımızda, kendi parklarımızda, çeşmelerimizde yaşıyoruz. Gölgeliklerin azaldığını, suyun tadının değiştiğini, nefesimizin ağırlaştığını fark ediyoruz. Dünya yanarken şehirlerimiz de kavruluyor.

Uzun yıllardır çözüm yükünü hep bireylere bıraktık. “Poşeti sen alma, elektriği sen kıs, arabayı az kullan.” Bunlar önemli ama yeterli değil. Çünkü iklim krizi tek tek insanların çabasıyla sınırlı kalamayacak kadar büyük. Burada şehirler, dolayısıyla onların yönetimleri kritik bir rol üstleniyor.

Bir şehri iklim krizine hazırlamak, yalnızca yol yapmaktan veya çöp toplamaktan ibaret değil. Asıl mesele, bu şehri geleceğe taşıyacak vizyonu kurabilmek. Beton blokların arasında sıkışan şehirler gün boyu güneşi emiyor, gece boyunca o sıcağı geri salıyor. Bu, bilim insanlarının “ısı adası” dediği etki. Gece bile serinleyemeyen bir şehir, aslında alarm veren bir şehir.

O halde ne yapılmalı?
Her imar planında, her yeni projede öncelik beton değil yeşil olmalı. Parklar yalnızca insanların nefes aldığı alanlar değildir; aynı zamanda şehrin akciğeridir, suyun döngüsünü koruyan, havayı temizleyen, toprağı canlandıran damarlarıdır. O yüzden yeni park alanları yaratmak kadar mevcut parkların korunması, ağaçların yalnızca dikilmesi değil büyümesi için ortam hazırlanması da hayati önemdedir.

Su yönetimi de aynı şekilde geleceğin en büyük sınavı. Bugün yağmur sularını sadece kanalizasyona karıştırmak, aslında elimizle geleceği boşa akıtmak demektir. Oysa her yağmur damlası depolanabilir, sulamada kullanılabilir, yeniden şehrin döngüsüne kazandırılabilir. Bir şehir kendi suyunu ne kadar verimli kullanırsa gelecekte o kadar ayakta kalır.

Ulaşımda ise mesele sadece trafiği azaltmak değil, şehrin nefesini rahatlatmaktır. Araç kısıtlaması bazı şehirler için mümkün olmasa da toplu taşımayı cazip hale getirmek, yeni nesil çevreci otobüslerle filoyu yenilemek, bisiklet yollarını güvenli ve kullanılabilir kılmak önemli fark yaratır. İnsanları ikna etmenin yolu yasaktan değil, kolaylıktan ve cazip seçeneklerden geçer.

Ve belki de en önemlisi: enerji. Bir şehrin kendi enerjisini üretmesi artık hayal değil. Belediyelerin çatılarında, duraklarında, otoparklarında kurulacak güneş panelleri hem bütçeyi rahatlatır hem şehri geleceğe taşır. Sokak lambalarının LED sistemlere dönüşmesi yalnızca tasarruf değil, karanlık sokakların daha güvenli hale gelmesi demektir. Enerji verimliliği, hem doğayı hem insanı koruyan bir yatırımdır.

Atık yönetiminde ise asıl mesele, yalnızca çöpleri toplamak değil, çöpün şehre nasıl geri döneceğini düşünmektir. Organik atıkların biyogaza dönüştürülmesi, geri dönüşümün yalnızca kutularla sınırlı kalmayıp mahalle kültürüne dönüştürülmesi mümkündür. Bir şehrin atıkla imtihanı, aslında medeniyet sınavıdır.

İklim krizi artık kapımızda değil, içimizde. Şehirlerimiz nefessiz kalıyor, ama hâlâ bir çıkış yolu var. Eğer yeşile, suya, enerjiye ve atığa bugünden akıllıca yaklaşabilirsek, geleceği değiştirebiliriz.

Belediyeler her gün taş üstüne taş koyarken aslında sadece bugünü değil, yarını da örüyor. Yapılacak her park, depolanacak her damla su, kurulacak her güneş paneli, ayrıştırılacak her atık geleceğe yazılmış bir umut cümlesidir.

Unutmayalım: Şehirlerimizi geleceğe hazırlamak yalnızca bir görev değil, çocuklarımıza vereceğimiz en büyük cevaptır.

👉 O halde size soruyorum:
Bu şehirde iklim krizine karşı atılması gereken ilk adım sizce ne olmalı?

Sevgilerimle,

Nurgül BEKAR

X.Com//@nurbekar

Devamını Oku

TAHT DEĞİL, DEĞER!

TAHT DEĞİL, DEĞER!
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir çoban, dağın yamacında kavalla koyunlarını güdüyorsa kraldır; çünkü doğanın ritmine kendini uydurmuş, emeğiyle ahenk kurmuştur. Sabahın ilk ışığında sokakları süpüren bir çöpçü, topladığı her çöp ile şehre nefes aldırıyorsa o da kraldır; çünkü görünmeyeni görünür kılar, hayatın yükünü sessizce taşır. Ama bir profesör yalnızca unvanını parlatıp bilgiyi topluma aktaramıyorsa, öğrencisinin eline bir meşale veremiyorsa, kocaman bir başlığın içinde küçücük bir boşluk olarak kalır. Gerçek krallık, tahta oturmaktan değil; hayata değer katmaktan doğar. Unutmayalım: İnsanın büyüklüğü unvanıyla değil, dokunduğu hayatlarla ölçülür.

Bugün toplumca büyük bir yanılgının eşiğindeyiz. Değeri vitrinde arıyoruz. Ceplerimizde binlerce liralık telefonlar var, ama fotoğrafın “altın oranı”nı bilmeden sadece tuşa basıyoruz. Sosyal medya, aynı açıdan çekilmiş, amaçsız selfielerle dolup taşıyor. Bir takipçi daha gelsin diye paylaşılan kareler, aslında hayatın özünü silikleştiriyor. Fotoğraf çekiyoruz ama hayatı göremiyoruz. Oysa estetik yalnız göze hoş gelen bir süs değil; zihnin terbiyesidir. Bir kareyi anlamlı kılan, cihazın megapikselleri değil, bakışın derinliğidir. Bakışımız yoksa, elimizdeki teknoloji yalnızca parlayan bir oyuncaktan ibarettir.

Eğitim hâlâ yalnızca öğretmenlerin sırtına yükleniyor. Oysa çocuğun ilk atölyesi evdir. Bir fırça, bir blok flüt, bir sahne ışığı… Bunlar sadece hobi değil; ruhun frekansını ayarlayan inceliklerdir. Resim yapan çocuk sabrı öğrenir, müzikle tanışan genç duygusunu taşırmadan ifade etmeyi, tiyatroya adım atan empatiyi. Sanat, bilgiyi insan kılar. Sınav kağıtlarındaki notlar yarına kadar geçerlidir, ama estetik terbiyesi ömür boyu sürer. Çocuğumuzun defterindeki not kadar, elindeki fırçaya ve kulağındaki ezgiye de değer vermeliyiz. Çünkü bir toplum, çocuklarını sanattan mahrum bırakıyorsa, geleceğini kendi elleriyle kuraklaştırıyordur.

Mutfaklarımız da toplum bilincinin aynasıdır. Market raflarında üç yıl bozulmayan yiyecekleri sepete atıyoruz. “Pratik” diyoruz ama farkında olmadan ömrümüzden eksiltiyoruz. Hormonlu tavukları çocuklarımıza gönül rahatlığıyla yediriyoruz; sonra ergenlik çağındaki dengesizliklere şaşırıyoruz. Oysa soframız bir aynadır; ne koyarsak yüzümüze o yansır. Sağlıklı toplum, mutfakta başlar. Etiket okumayı bilmeyen, mevsiminde sebze-meyve yemeyen, paylaşmanın tadını unutmuş bir toplum, geleceğini raf ömrü uzun yiyeceklerin kısalttığı ömürlere terk eder.

Teknolojiye gelince… 5G’nin hızını konuşuyoruz ama hayatın frekansını duyamıyoruz. Bildirimlerin titreşimi kalbimizin ritmini bozuyor; zihin, sürekli uyarı sesleriyle yoruluyor. Teknoloji hayatımızı elimizden sessizce alıyor ve biz bunun farkına bile varmıyoruz. Kimse kitap okumuyor, sohbet etmiyor; hayatımızı telefonların içine yerleştirdiler. Oysa okumak, öğrenmek ve paylaşmak bir kültürdür. Cihazların hızını artırırken, ruhumuzun ayarını kaybetmeyelim. Günde on dakikalık bir sessizlik, bir sayfa kitap, bir parça müzik… Bunlar geri kalmak değil; kendine yetişmektir.

Sosyal medya çağındayız. Çağdaş olmak ekranın önünde eskimek değildir. Zaman geri gelmeyen tek sermaye. Başkalarının hayatını izleyerek geçirilen saatler, aslında kendi hayatımızdan eksilen sayfalardır. Bir paylaşım daha, bir bildirim daha derken gün bitiyor, ama içimizde üretmenin sevinci eksik kalıyor. Takipçi çoğaltmak yerine değer çoğaltmayı deneyelim. Mahallede bir çocuğu kütüphaneye götürelim, bir genci atölyeye yazdıralım, bir sokak başına fidan dikelim. Küçük görünen bu işler, hayatın altın oranıdır.

Unvan, meslek, makam… Hepsi değerlidir, ama yalnızca insana dokunduğu kadar. Profesör bilgiyi sokağa indirebildiğinde, esnaf terazisine merhamet koyduğunda, işçi emeğine onur eklediğinde, anne çocuğuna sanatın kapısını araladığında değer kazanır. Krallık taçla değil, katkıyla ölçülür. Çoban kavalla koyun güdüyorsa kraldır; çöpçü topladığı her çöp ile şehre nefes veriyorsa kraldır. Önce adam olmak dediğimiz şey tam da budur: Kendini yetiştirip başkasının hayatına ışık taşıyabilmek.

Ve aynaya sorulacak soru nettir: “Benden sonra ne kalacak?” Boy boy, amaçsız selfieler mi? Raf ömrü uzun ama ruh ömrü kısa yiyecekler mi? Yoksa sanatla büyüyen çocuklar, bilinçle yaşayan gençler, emeğiyle doğaya katkı sağlayan insanlar mı? İşte seçim burada gizlidir. Ya zamanı öldürenlerden olacağız ya da ona değer katanlardan.

Unutmayalım: Taht değil, değer gerek. Çünkü gerçek krallık, hayatın bir yerinde bir başkasının nefesini genişletebilmektir.

Sevgilerimle,

Nurgül BEKAR

X.com//@nurbekar

Devamını Oku