Süleyman GÖKSU

Süleyman GÖKSU

17 Aralık 2025 Çarşamba

SAVUNMADA YENİ ARAÇLAR

SAVUNMADA YENİ ARAÇLAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SİHA’lar çok uzak menzilden ve yüksek irtifadan hedefleri tespit, teşhis ve takip etmeye yarayan elektro-optik kabiliyetleri bünyesinde barındırıyor. Bu sistemleri Türkiye’nin uzun yıllar Kanada’dan alması, sonrasında yaşanan ambargolar ve sonunda yerli-milli olarak bu ürünlerin ülkemizde üretilmesi ekonomik bakımdan ihracat gelirlerimizi arttırdı. 

Türkiye bunlardan şu ana kadar 800’e yakın üretti. Kanada’dan alınanlara göre % 30 daha iyi bir performans gösteriyor. Türk SİHA’lar Avrupa’dan Afrika’ya, Güney Amerika’dan Orta Asya’ya varana kadar dünyanın dört bir yanında bayrak gösteriyor. Türkiye başka ülkelerle de bu alanda kıyasıya bir rekabet içinde. ABD’li Teledyne FLIR, Alman Hensoldt ve İtalyan Leonardo gibi firmalar Kanada’ya ilâveten elektro-optik sistemler alanında önemli ürünler geliştiren şirketler arasında yer alıyor.

ASELFLIR-500 ile; Bayraktar TB2, ANKA, AKSUNGUR ve Bayraktar TB3 gibi platformlar için yabancı elektro-optik kamera devri kapandı. AKINCI TİHA’da da artık ASELFLIR-500 kullanılıyor. Diğer yanda ASELFLIR-600 gibi elektro-optik sistemleri geliştirme faaliyetlerine de devam ediliyor. İlâveten KIZILELMA ve ANKA-3 gibi platformlar için milyonlarca dolar bedele sâhip çok daha özel elektro-optik sistemler geliştiriliyor. Bunlardan bâzıları Milli Muharip Uçak KAAN’da da kullanılacak. Özetle, ASELFLIR-500 bir dönüm noktasıydı. Rüştümüzü ispat ettik. Şimdi Türkiye, ürettiği ve ihraç ettiği sistemlerle vakti zamanında dünyada çok geniş bir satış ağına ulaşan rakip ülkelerin pazar payını almak için de çalışıyor.                                                  

Devamını Oku

SENİN DÎNİN GERÇEK

SENİN DÎNİN GERÇEK
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Misâfire ikrâmı çok seven, İbrahim aleyhisselâma bir hafta içinde hiç misâfir gelmedi. Her tarafı dolaşıp misâfir aradı. Nihayet kırda, saçı sakalı ağarmış, bir ihtiyar gördü. İhtiyarın hâl ve hatırını sorup dedi ki:

– Ey yolcu! Buyur, bugün yemeği bizde yiyelim!

İbrahim aleyhisselâm ve adamları o gösterişsiz ihtiyarı güler yüzle ve tatlı dille karşıladılar. Yemeğe başlarken herkes; “Bismillahirrahmanirrahîm” dediği hâlde, o yaşlı kişiden ses çıkmadı. İbrahim aleyhisselâm o ihtiyara dedi ki:

– Ey çok yaşamış kimse! İhtiyarlar dinlerine sâdık olurlar. Yemeğe başlarken Cenâb-ı Hakkın yüce ismini söylemek lâzım değil midir? 

– Ateşe tapan pîrimden, böyle bir şey söyleneceğini işitmedim.

İbrahim aleyhisselâm, nasıl hareket edeceğini düşünmeye başladı. “Allaha inanmayan birisine yemek yedirmesi uygun olacak mıydı?”

Nihayet, böyle birisiyle aynı sofrada bulunmanın doğru olmayacağına karar verdi. Bu sırada ihtiyar da sofradan kalkıp gitti. Bu olay üzerine, Cenâb-ı Hak, Cebrâil aleyhisselâm ile İbrahim aleyhisselâma vahy gönderdi:

“Yâ İbrahim! Ben o ihtiyarı 100 senedir yaşatıyorum, rızkını veriyorum. Sen ona bir öğün yemek vermedin?”

Bu duruma telâşlanan İbrahim aleyhisselâm, ihtiyarın arkasından koşup dedi ki:

– Tekrar soframa gelmeniz mümkün müdür? Yaptığım davranıştan dolayı senden özür dilerim.

– Bu özrün sebebi nedir?

– Bu uygun olmayan davranıştan dolayı, Cenâb-ı Hak bana vahy gönderdi.

– Ne yüce ilâhtır ki, benim gibi, 100 senedir kendisine isyan eden biri için Peygamberine ihtarda bulunuyor. Bu din ne güzel. Yâ İbrahîm! Ben de senin dînine girmek istiyorum, diyerek Müslüman oldu.

Devamını Oku

SAVUNMADA YENİ ARAÇLAR

SAVUNMADA YENİ ARAÇLAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SİHA’lar çok uzak menzilden ve yüksek irtifadan hedefleri tespit, teşhis ve takip etmeye yarayan elektro-optik kabiliyetleri bünyesinde barındırıyor. Bu sistemleri Türkiye’nin uzun yıllar Kanada’dan alması, sonrasında yaşanan ambargolar ve sonunda yerli-milli olarak bu ürünlerin ülkemizde üretilmesi ekonomik bakımdan ihracat gelirlerimizi arttırdı. 

Türkiye bunlardan şu ana kadar 800’e yakın üretti. Kanada’dan alınanlara göre % 30 daha iyi bir performans gösteriyor. Türk SİHA’lar Avrupa’dan Afrika’ya, Güney Amerika’dan Orta Asya’ya varana kadar dünyanın dört bir yanında bayrak gösteriyor. Türkiye başka ülkelerle de bu alanda kıyasıya bir rekabet içinde. ABD’li Teledyne FLIR, Alman Hensoldt ve İtalyan Leonardo gibi firmalar Kanada’ya ilâveten elektro-optik sistemler alanında önemli ürünler geliştiren şirketler arasında yer alıyor.

ASELFLIR-500 ile; Bayraktar TB2, ANKA, AKSUNGUR ve Bayraktar TB3 gibi platformlar için yabancı elektro-optik kamera devri kapandı. AKINCI TİHA’da da artık ASELFLIR-500 kullanılıyor. Diğer yanda ASELFLIR-600 gibi elektro-optik sistemleri geliştirme faaliyetlerine de devam ediliyor. İlâveten KIZILELMA ve ANKA-3 gibi platformlar için milyonlarca dolar bedele sâhip çok daha özel elektro-optik sistemler geliştiriliyor. Bunlardan bâzıları Milli Muharip Uçak KAAN’da da kullanılacak. Özetle, ASELFLIR-500 bir dönüm noktasıydı. Rüştümüzü ispat ettik. Şimdi Türkiye, ürettiği ve ihraç ettiği sistemlerle vakti zamanında dünyada çok geniş bir satış ağına ulaşan rakip ülkelerin pazar payını almak için de çalışıyor.                                                  

Devamını Oku

MİMAR SİNAN’IN SIRLARI

MİMAR SİNAN’IN SIRLARI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kanuni Sultan Süleyman’ın muhteşem devrinde 16. yüzyıl içinde Osmanlı Devletinde 9 milyon kilometrekarelik bir coğrafyada 400’e yakın eser inşa eden ve mimarlık tarihinin mihenk taşı olarak anılan Mimar Sinan, çağın ötesindeki mimârî dehâsıyla yaptığı eserlerde hâlâ daha hayranlık uyandırmaya devam ediyor. Eserlerinin sayısı ve muhteşemliğii değil, aynı zamanda kullandığı mühendislik teknikleri de eşsizdir. Gizli formüller, bilinmeyen işlemler ve asırlar sonra bulunan bir dizi inşaat tekniği kullanan Mimar Sinan bu, özelliklerin çoğunu Süleymaniye Câmiî’nde uyguladı.

Devasa boyutlarına rağmen yapılışının üzerinden geçen 5 asırda; ne deprem ne de zamandan zarara uğramadan yalnızca 4 defa restore edildi.

Mimar Sinan, ilk iş olarak 150X70 m ebadında, 6 m derinliğinde bir temel çukur kazdırdı.100.000 tondan fazla toprağın hafriyatı ve geçici iskân duvarlarının kurulması için 1.5 yıl harcadı. Câmiî’nin zemininin en yukarısını 5-6 m kalınlığında kumlu toprak tabakası, altını ise yüzeye yakın kayalarla doldurdu. Ardından 30.000’e yakın kazık çaktırarak bu kazıkların üzerine tonlarca ağırlıkta bloklar koydurdu ve 2 yıldan fazla bir zaman beklemeye koyuldu. Böylece zemin yerine oturdu. Bu kazık temel tekniği, yıllar sonra ilk defa, Burc el-Arab’ın inşaatında da kullanıldı.

Temeline başlayınca ilk olarak zemini 20 cm’lik bir harç tabakasıyla kapladı ve üzerine ahşap ızgaralar yerleştirdi. Ardından kesme taş ve kayalardan meydana gelen zemin duvarını ördü. Temel katlarını kademeli olarak daralttı ve piramit şeklinde inşa etmeye başladı. Daha sonra zemin sularını havalandırma kanallarına toplayarak buradan Haliç’e tahliyesini sağladı.

Esas dehâsı harç hazırlama zamanında ortaya çıktı. Önceden proteini daha fazla olan devekuşu yumurtasının akını kullanan mimarımız, bu sefer harcına “soğan” ekleyerek muhteşem bir sonuç elde etti. Horasan harcından neredeyse iki kat dayanıklı özel bir harç elde ederek ustalık eserini tamamladı.

Devamını Oku

“ABDÜLHAKÎM-İ ARVÂSÎ

“ABDÜLHAKÎM-İ ARVÂSÎ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri; zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir büyük bir İslâm âlimi idi. Hicrî 1281 (m.1865)’de Başkale’de doğdu. 27 Kasım 1943’de Ankara’da vefât etti. Kabri Ankara yakınlarındaki Bağlum’dadır. Seyyid oldukları Irak’taki şer’î mahkeme defterlerinde yazılıdır. Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, o zamanın ilim ve irfan merkezi olan Irak’ın muhtelif yerlerinde yüksek âlimlerden sarf, nahiv, lûgat, mantık, münâzara, beyan, riyâziye, hendese, meâni, bedî, kelâm, tefsir, hadîs, fıkıh, tasavvuf gibi dersleri okuyup 1883 senesinde icâzet alarak memleketine döndü. Daha sonra Arvas’a giderek yüksek tahsilini zamanın en büyük âlimi Seyyid Fehim-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin huzurunda tamamladı. Başkale’de kendi parası ile bir medrese kurarak 29 yıl ders okuttu.

1914’de Ruslar Doğu’yu işgâl edince İstanbul’a geldi. 1919’da Medrese-tül Mütehassısîn’e, yânî İlahiyat Fakültesi’ne Müderris (Ordinaryüs Profesör) olarak tayin edildi. İstanbul’da çeşitli câmi-lerde senelerce ilim neşretti. Pek çok kerâmetleri görüldü.

Siyâsete hiç karışmadı. Fitne çıkaranlardan, bölücülük yapanlardan nefret ederdi. Sahte tarikatçılar ve câhil tekke şeyhleri ile hiç görüşmez; gençleri, İslâm bilgilerini öğrenmeye, herkese iyilik etmeye, memlekete, millete faydalı olmaya teşvik ederdi.

Üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülmez sandıkları güç bilgileri sormağa gelir, yanında bir saat kadar oturunca bâzen sormadan cevabını alarak geri dönerlerdi. Bâzen de dünyalık ve hatta düşmanlık için gelenler de bulunurdu. Keskin görüşleriyle gelenlerin niyetlerini hemen anlardı.

Çok mütevazı ve alçak gönüllü idi. Ben dediği işitilmemiştir. “Bizler hesaba dâhil değiliz. O büyüklerin yüksekliklerini anlayamayız. Ancak bereketlenmek için yazılarını okuruz.” buyururdu. Hâlbuki, kendisi, bu bilgilerin mütehassısı idi. Hocası Seyyid Fehim-i Arvâsî hazretleridir. 

Yemesi, içmesi, yatması, konuşması, susması, gülmesi ağlaması hep dînimize uygun idi. Her hâli istikâmet üzere idi. “İstikâmet kerâmetten üstündür.” sözünü sık sık söylerdi. “İstikâmet, dînin emir ve yasaklarına uymaktır.” buyururdu.”

Devamını Oku