21 Ağustos 2025 Perşembe
HBB’DEN KIRIKHAN’DA LİSE MEZUNLARINA KURS DESTEĞİ
MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU
Depremler İntiharları Tetikledi Mi?
Kirli siyaset ne mi?
“SINIRLARIN DİLİ: SAĞLIKLI BİR HAYIR”
KÜRESELCİLERİN YAPAY DEPREMLER ÜRETEREK İŞGAL PLANLARI
Babası Abdülmuttalib; anası Vehib kızı Hâle’dir. Peygamber efendimizden 2 yaş büyük olup, öz amcası ve süt kardeşi idi. Süveybe Hâtun, her ikisine de “Süt analığı” yapmıştır.
Hazret-i Hamza, Kureyş’in en asil soyundan olması yanında; çok iyi kılıç kullanır, mükemmel ok atardı. Güçlü kuvvetli bir savaşçı idi. Müslümanlığı kabul ettikten sonra da aynı kahramanlığı Allah, Peygamber ve İslâm dini uğrunda göstermiştir. Bu yüzden Resûlullah efendimiz kendisine Esedullah (Allahın Arslanı) lâkabını vermişlerdi.
Peygamber efendimiz, Mekke ve Medineliler arasında din kardeşliği ilân edince, Hazret-i Hamza da, Peygamber efendimizin azatlı evlâtlığı Hazret-i Zeyd ile kardeş olmuştu. Kendisini o kadar çok severdi ki, Allah yolunda harbe çıkarken, bütün mülkünü Hazret-i Zeyd’e vasiyet ederdi.
Müşriklere karşı harekete geçen, ilk İslâm birliğinin kumandanı Hazret-i Hamza idi. Sevgili Peygamberimiz beyaz renkli ilk İslâm Sancağı’nı ona teslim etmişlerdi. Sonraki seferler de ekseriya onun kumandanlığında yapılmıştır. Bedir Gâzâsı’nın en büyük kahramanlarının başında, Hazret-i Hamza gelir.
Bedir’in intikamı için Kureyşli müşrikler, Uhud’a geldiler. Bu ibretli Gâzâ’da Resûlullahın yiğit amcası, hakikaten “Allahın Arslanı” olduğunu ispat etmiştir. Fakat pusuya düşürülerek şehid edilmiştir. Din düşmanları, şehidlerin efendisine o kadar kin kusuyorlardı ki, mübârek vücudunu 70 parçaya ayırmışlardı. Şehit olduğu gün, 57 yaşlarında bulunuyordu. Çarpışma bittikten sonra Resûl-i Ekrem efendimiz, Uhud şehidlerini ikişer ikişer defnettirdiler.
Uhud gâzâsından dönüşte Hazret-i Hamza için, bütün evlerde ayrı ayrı duâ edildi.
GÜNÜN TARİHİ……… YAVUZ SULTAN SELİM HÂN
Osmanlı sultanlarının 9’uncusu ve İslâm hâlîfelerinin 74’üncü- südür. Şehzâdeliğinde, mükemmel tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi. Askerî sevk ve idâre ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için Trabzon Vâliliği’ne gönderildi. Babası Sultan 2. Bâyezid Hânın tahttan ferâgat etmesi üzerine 24 Nisan 1512’de tahta geçti. Tarihe geçmiş birçok zaferin 8 yıla nasıl sığdığını, tarihçiler hâlen çözememişlerdir.
Bir gün Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ashabıyla
sohbet ederken yanlarından güçlü ve heybetli bir adam
geçti. Adamın bu görüntüsünden etkilenen sahabeden
bazıları, “Ey Allah’ın Resûlü! Keşke bu adam, gücünü
Allah yolunda kullansa!” dediler. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdu: “Eğer bu
kişi, ailesinin ve çocuklarının geçimini sağlamak için
çalışıyorsa, Allah yolundadır. Anne ve babasının
ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa, Allah
yolundadır. Kendi izzet ve onurunu korumak için
çalışıyorsa yine Allah yolundadır.”
1
Yüce dinimiz İslam, kişinin; Allah’ın emirlerine ve
yasaklarına riayet ederek kendisinin ve ailesinin rızkını
helal ve meşru yollardan temin etmesini, kimseye yük
olmadan çalışmasını bir ibadet olarak görmüştür. El
emeğini ve alın terini mukaddes kabul etmiştir.
Tembelliği, miskinliği, dilenmeyi, zamanı ve hayatı israf
etmeyi ise yasaklamıştır. Cenâb-ı Hak, “İnsan için
ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalıştığını da
görecektir.”2 buyurarak bizlere; dünya ve ahiret
huzurunu elde etmek için çalışmayı öğütlemiştir.
Dinimiz, kazancın helal olması kadar, kazanç
yollarının meşru olmasına da önem vermektedir. Bu
sebeple; çalışmanın, işyeri açmanın, kazanç elde etmenin
kuralları ve âdâbı vardır. Allah’ın haram kıldığı şeylerin
alınıp satılması meşru değildir. Dolayısıyla Müslüman;
akıl ve iradeyi yok eden, kazaların yaşanmasına,
cinayetlerin işlenmesine sebep olan alkolü üretemez,
alamaz, satamaz, kullanamaz ve kullanılmasına katkıda
bulunamaz. Yuvaları dağıtan, toplumsal hayatta
kapanmaz yaralar açan kumarı oynayamaz, oynatamaz
ve oynanmasına imkân sağlayamaz. Malın ve ömrün
bereketini götüren, ⁹emeğin ve alın terinin düşmanı olan
faizi alamaz, veremez, ona aracı olamaz. Toplumsal
barışı bozan karaborsacılık, tefecilik ve stokçuluk gibi
haramları işleyemez, bunlardan kazanç elde edemez.
İslam’a göre işçi olmanın da bir takım
sorumlulukları vardır. İşçi; rızkını temin ettiği işyerini ve
orada bulunan malzemeleri bir emanet olarak bilmeli,
onlara asla zarar vermemelidir. İşyerindeki hiçbir eşyayı
şahsi ihtiyaçları için kullanmamalı, özel bilgileri
başkalarıyla paylaşmamalıdır. İşçi; çalışma saatlerine
riayet etmeli, işini aksatmamalıdır. Beraber çalıştığı
arkadaşlarına karşı saygılı olmalı, onların haklarını kendi
hakkı gibi gözetmeli, onlara zarar verecek davranışlardan
şiddetle kaçınmalıdır.
İslam, işverene de birçok vazife yüklemiştir.
İşveren; Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, “Çalışana
ücretini, teri kurumadan verin.”3 uyarısını dikkate
alarak işçiye hakkını tam ve zamanında 8vermekle
yükümlüdür. 8Dolayısıyla işveren; ucuz iş gücü adına,
işçiyi; ağır şartlarda, az bir ücretle çalıştıramaz, onu
sosyal haklarından mahrum bırakamaz.
İşveren, aynı zamanda işçinin insanî ihtiyaç ve
haklarını kullanmasını sağlamakla sorumludur. Bu
sebepledir ki, işveren; Cenâb-ı Hakk’ın, “…Namaz,
müminler için vakitleri belirlenmiş farz bir
ibadettir.”4
ayeti apaçık ortadayken, işçinin; beş vakit
namaz ve Cuma namazını vaktinde eda etmesine; oruç
tutmasına; Allah’ın emri, müminin süsü olan tesettürü
kuşanmasına engel olamaz. Ayrıca işveren, işçinin;
dinlenme saatlerini, haftalık veya yıllık izinlerini
kullanmasını da 0kısıtlayamaz.
İşveren; Yüce Rabbimizin, ْ ْ
…Heva ve hevesinize kapılıp adaletten
sapmayın…”5
emrine uyarak işçinin, hak ve hukukunu
da korumakla mükelleftir. Bu nedenledir ki, işçiye,
⁹sistematik bir baskı uygulayamaz. Onun; onur ve iffetini,
şeref ve haysiyetini zedeleyecek söz, tutum ve
davranışlarda bulunamaz. Onu, haksız şekilde işten
çıkaramaz, ailesini ve çocuklarını mağdur edemez.
İşveren; işyerinin güvenliğinin sağlanmasından,
işçinin sağlıklı bir iş ortamında çalışmasından da
mesuldür. Hiçbir işçi; canının tehlikeye gireceği, akıl,
beden ve ruh sağlığının bozulacağı bir işte istihdam
edilemez. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in
uyarısı gayet açıktır: “Kim insanlara zarar verirse
Allah da ona zarar verir. Kim insanlara zorluk
çıkarırsa, Allah da ona zorluk çıkarır.”6
Allah katında işçi ya da işveren olmanın bir
üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvadadır; yani Allah’tan
hakkıyla sakınmak, O’nun emirlerini yerine getirmek,
yasaklarından kaçınmaktır. Öyleyse, Rabbimizin rızasını,
adaleti, hakkaniyeti, dürüstlüğü ve gönül kazanmayı tüm
kazançların üstünde görelim. Unutmayalım ki, huzur ve
mutluluk; sadece tüketmek ve biriktirmekte değil,
paylaşmakta ve kanaat göstermektedir.
Peygamberimiz (s.a.s)’in şu Öyleyse Allah’tan hakkıyla sakının ve
9⁹rızkınızı güzel yollardan isteyin. Helal olanı alın.
Haramdan kaçının.”7
1 Taberânî, el-Mu’cemû’l-evsat, VII, 56.
2 Necm 53/39,40.
3
İbn Mâce, Rühûn, 4.
4 Nisâ, 4/103.
5 Nisâ, 4/135.
6 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 31.
7
İbn Mâce, Ticâret, 2.
Yüce Allah, insanın doğasında bulunan bazı zayıflıklardan bahseder. Kur’an’a göre insan zayıf yaratılmıştır.[1]Tabiatı gereği unutkandır,[2] cimriliğe[3] ve tartışmaya meyillidir,[4] acelecidir,[5] sabırsız ve hırslıdır.[6] İnsanın olumsuz yönlerinden biri de zaman zaman nankör olmasıdır. Yüce Rabbimiz Adiyat Suresinde bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: “İnsan, rabbine karşı çok nankördür. Şüphesiz ki buna insanın kendisi de şahittir.”[7]
Nankörlük, nimete karşı kör olmak demektir; nimeti görmezden gelmek, yapılan iyilikleri unutmak demektir. Peygamberimizin (s.a.s.) ifadesiyle nankörlük; verilen nimeti dile getirmemek, onu yok saymak demektir.
Hayatta birçok nankörlük örneği vardır. Öyle ki; sahip olduğumuz nimetleri sıradanlaştırmak ve onların kıymetini bilmemek, nankörlüktür.
Rabbimizin nimetlerini inkâr etmek, Yüce Allah’a karşı yapılan nankörlüktür. Aldığımız her nefes, içtiğimiz her yudum su, üzerimize yağan sayısız nimet, hepsi Rabbimizin lütfudur. Bu nimetlerin değerini bilmemek, nankörlüktür. Bu sebeple doğrudan veya dolaylı her türlü nimeti veren Yüce Rabbimizi asla unutmamalıyız. Kulluk görevlerimizi asla ihmal etmemeliyiz. Rabbimizi yalnızca sıkıntı anında değil; bolluk ve huzur içindeyken de hatırlamalıyız.
Unutmayalım ki nankörlük sadece Rabbimize karşı değil, insanlara karşı da sergilenen bir tutumdur. Anne ve babamızın verdiği emeği unutmak da nankörlüktür; eşimizin gösterdiği fedakârlığı görmezden gelmek de nankörlüktür. Dara düştüğümüzde uzatılan yardım elini, sıkıntımız geçtikten sonra yok saymak da nankörlüktür; insanlardan küçük bir teşekkürü esirgemek de nankörlüktür. Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda bizleri şöyle uyarmıştır: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.”[8] Bu hadis-i şerif, şükran duygusunun sadece Allah’a karşı değil, aynı zamanda insanlara karşı da gösterilmesi gereken temel bir ahlaki sorumluluk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ey Rabbim! Bizleri, nankörlerden eyleme! Kalplerimizi şükürle doldur, dilimizi hamd ile süsle, hayatımızı nimetlerin farkında olan bir bilinçle yaşamayı nasip eyle! (Âmin)
[1] Nisa, 4/28.
[2] Taha, 20/15.
[3] İsra; 17/100.
[4] Kehf, 18/54.
[5] İsra, 17/11.
[6] Mearic, 70/19.6
[7] Adiyat, 1006/6-11.
[8] Tirmizî, Birr, 35.
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı.
Ormanlar, dünyanın en değerli doğal kaynaklarından biridir. Sadece nefes aldığımız oksijeni sağlamakla kalmazlar, aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin korunmasına, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına ve toprağın verimliliğinin korunmasına katkı sağlarlar. Bununla birlikte, ormanlar çeşitli tehditlerle karşı karşıyadır: Hızlı kentleşme, tarım arazilerine olan talep, kaçak kesimler ve orman yangınları, bu muazzam ekosistemlerin hızla yok olmasına neden olmaktadır. Ormanları korumak, sadece çevre için değil, aynı zamanda insanlığın geleceği için de kritik bir öneme sahiptir.
Bu yazımda ormanları korumak için bireysel olarak neler yapabileceğimizi, toplumsal ve küresel düzeyde alınan önlemleri ve sürdürülebilir orman yönetimi gibi önemli konuları ele alacağız. Ormanların korunmasının önemini vurgularken, günlük hayatta küçük ama etkili adımlar atmanın mümkün olduğunu göreceksiniz.
Ormanlar Neden Korunmalıdır?
Ormanlar, dünyamızın yaşam kaynağıdır ve sağladıkları ekosistem hizmetleriyle hem doğa hem de insanlar için vazgeçilmezdir. Birçok kişi ormanların yalnızca ağaçlardan oluştuğunu düşünse de, aslında ormanlar çok daha fazlasını temsil eder. İşte ormanların korunması için başlıca nedenler:
Oksijen Kaynağı
Ormanlar, fotosentez yoluyla karbon dioksiti emer ve oksijen üretir. Yeryüzündeki oksijenin büyük bir kısmı ormanlar tarafından üretilir. Bu, tüm canlıların yaşamını sürdürebilmesi için kritik bir öneme sahiptir. Ağaçların azalması, oksijen seviyelerinin düşmesine ve hava kalitesinin bozulmasına yol açabilir.
İklim Düzenleyicisi
Ormanlar, atmosferdeki karbonu depolayarak küresel ısınmayı yavaşlatır. Karbon salınımının büyük bir kısmı fosil yakıtların yakılmasından gelirken, ormanlar bu karbonu depolayarak sera gazı etkilerini azaltır. Aynı zamanda yağış döngülerini düzenler ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini hafifletir.
Biyolojik Çeşitliliğin Korunması
Ormanlar, milyonlarca bitki, hayvan ve mikroorganizmaya ev sahipliği yapar. Dünya üzerindeki karasal türlerin büyük bir bölümü ormanlarda yaşar ve bu ekosistemlerin tahrip edilmesi, biyolojik çeşitliliğin kaybına neden olur. Türlerin yok olması, ekosistemin dengesini bozarak geri dönüşü olmayan zararlara yol açabilir.
Toprak Erozyonunu Önleme
Ağaç kökleri, toprağı bir arada tutarak erozyonun önlenmesine yardımcı olur. Ormanlar, su kaynaklarını korur, taşkınları ve sel risklerini azaltır. Ormanların yok olması, toprağın verimsizleşmesine, su kaynaklarının tükenmesine ve doğal afetlerin artmasına yol açabilir.
Ekonomik ve Sosyal Katkılar
Ormanlar, odun ve ahşap ürünlerinin ötesinde birçok ekonomik kaynak sağlar. Reçine, kauçuk, ilaç yapımında kullanılan bitkiler gibi birçok ürün ormanlardan elde edilir. Ayrıca, ormanlar turizm, avcılık, balıkçılık gibi ekonomik faaliyetler için de önemli alanlardır. Yerel halklar için yaşam kaynağı olan ormanlar, aynı zamanda geleneksel yaşam biçimlerinin korunmasına da katkı sağlar.
Su Döngüsünün Desteklenmesi
Ormanlar, su döngüsünde hayati bir rol oynar. Ağaçlar, yeraltı su kaynaklarını besler, buharlaşma ve terleme yoluyla bulutların oluşumuna katkıda bulunur. Ormanlar, su kalitesini artırarak içme suyu kaynaklarının korunmasına yardımcı olur.
Ormanlar sadece doğal hayatın değil, insan hayatının da devamlılığı için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, ormanları koruma bilincinin yaygınlaştırılması ve bireylerin günlük yaşamlarında doğa dostu davranışları benimsemesi, geleceğimiz için atılacak en önemli adımlardan biridir. Ormanların korunması, gezegenimizin sağlıklı kalması için hayati bir sorumluluktur.
Ormanları Korumak İçin Bireysel Olarak Ne Yapabiliriz?
Ormanları korumak, sadece devletler ve büyük çevre örgütlerinin sorumluluğunda değil, aynı zamanda bireylerin de katkı sağlayabileceği bir görevdir. Küçük adımlar atarak bile, ormanların korunmasına ve sürdürülebilir çevre yönetimine katkıda bulunabilirsiniz. İşte ormanları korumak için bireysel olarak yapabileceğiniz bazı önemli şeyler:
Kağıt ve ahşap tüketimini azaltın
Geri dönüşümü destekleyin
Enerji tüketimini azaltın
Çevre dostu ürünler tercih edin
Ağaç dikin
Ormanları koruyan kuruluşlara bağış yapın
Ormanlık alanlarda çöp atmayın ve ateş yakmayın
Çevrenizdeki insanları bilinçlendirin.
Sürdürülebilir seyahat tercihleri yapın
Bireysel olarak yapabileceğiniz bu adımlar, büyük bir fark yaratabilir. Doğayı ve ormanları korumak sadece devletlerin veya büyük organizasyonların görevi değil; her bireyin sorumluluğudur. Günlük yaşamınızdaki küçük değişiklikler ve bilinçli tercihlerle, ormanların korunmasına ve sürdürülebilir bir çevre yaratılmasına katkı sağlayabilirsiniz.
Ormanları Korumak İçin Ne Yapmalıyız?
Toplumsal ve Küresel Düzeyde Orman Koruma Çabaları
Ormanları korumak, bireysel çabaların yanı sıra toplumsal ve küresel düzeyde de büyük bir önem taşır. Hükümetler, çevre örgütleri ve uluslararası kuruluşlar, ormansızlaşmanın önlenmesi ve mevcut ormanların korunması için çeşitli politikalar ve projeler geliştirirler. Bu çabalar, ormanların korunması, sürdürülebilir yönetimi ve restorasyonu gibi alanlarda etkili olur. İşte toplumsal ve küresel düzeyde yürütülen başlıca orman koruma çalışmaları:
Uluslararası orman anlaşmaları, ülkelerin sürdürülebilir orman yönetimi uygulamalarını teşvik eder.
Sürdürülebilir orman yönetimi, ormanların ekonomik, çevresel ve sosyal açıdan korunmasını sağlar.
Orman yangınlarıyla mücadele için teknolojik çözümler ve erken tespit sistemleri kullanılır.
Yerel topluluklarla iş birliği yapılarak, orman koruma programları geliştirilir.
Yeniden ağaçlandırma projeleri, tahrip edilen ormanları eski haline getirmeyi amaçlar.
Eğitim ve farkındalık kampanyaları, ormanların korunması konusunda toplumsal bilinç oluşturur.
Karbon piyasaları, ormanları koruyan projelere finansal teşvik sağlar.
Ormanların Yok Olmasının İnsan ve Ekosistem Üzerindeki Etkileri
Ormanların yok olması, hem insan hayatı hem de ekosistemler üzerinde ciddi ve geri dönülemez etkiler yaratır. Ormanlar, sadece doğal yaşam için değil, insan topluluklarının sürdürülebilirliği için de hayati öneme sahiptir. Ormansızlaşma, kısa vadeli ekonomik kazançlar sağlasa da uzun vadede çevresel ve sosyal sorunlara yol açar. İşte ormanların yok olmasının insan ve ekosistem üzerindeki başlıca etkileri:
Ormanlar, karbon depolayarak iklim değişikliğini yavaşlatırken, yok olmaları küresel ısınmayı hızlandırır.
Ormanların kaybı, biyolojik çeşitliliği azaltarak birçok türün yok olmasına neden olur.
Ağaçların yok olması, toprak erozyonu ve çölleşme süreçlerini hızlandırır.
Ormanların yok edilmesi su döngüsünü bozarak su kaynaklarının azalmasına ve sel riskinin artmasına yol açar.
Ormanlar, birçok insan için geçim kaynağı ve tıbbi bitkilerin kaynağıdır; yok olmaları geçim sıkıntısı yaratır.
Ormanlar hava kalitesini artırır, ormansızlaşma ise hava kirliliğine ve solunum sorunlarına neden olur.
Ormanların kaybı, kaynak rekabeti ve yerel halklar arasında sosyal ve ekonomik çatışmalara yol açabilir.
Sonuç olarak, ormanların yok olması, sadece doğanın dengesini değil, insan yaşamının sürdürülebilirliğini de tehdit eder. Ormanlar, iklimi düzenlemenin yanı sıra biyolojik çeşitliliği koruyan, toprak ve su döngüsünü sürdüren, ekonomik ve sosyal faydalar sağlayan karmaşık ekosistemlerdir. Bu yüzden, ormanların korunması, hem doğal dengeyi hem de insanlığın geleceğini güvence altına almak için hayati bir zorunluluktur. Ormanları yakan hainleri şiddetle ve nefretle kınıyorum.
Ağustos ayı, Anadolu`nun kapılarını barışa ve adalete açan şanlı milletimizin, hakkı hâkim kılma yolunda kazandığı nice zafere şahittir. İmanımız ve istiklâlimiz, vatanımız ve istikbalimiz için nice zor zamanları göğüsledik. Sabrettik, canla başla mücadele ettik ama hiçbir zaman yılmadık, yıkılmadık, ümitsizliğe kapılmadık. Allah`a güvendik ve O`nun yardımıyla Malazgirt`ten Mohaç`a, Sakarya`dan Başkomutanlık Meydan Muharebesi`ne kadar şan ve şerefle dolu nice sayfayı tarihimize ekledik.
Vatan, Cenâb-ı Hakk`ın insana bahşettiği en değerli nimetlerden biridir. Çünkü vatan, güvendir, huzurdur, umuttur, namustur. Bu aziz vatan, Allah`a verdiği ahdi tutup canından vazgeçen şehitlerimizin, cepheden cepheye koşan gazilerimizin mukaddes emanetidir. İstiklal Marşımız, bu gerçeği şöyle anlatır: Bastığın yerleri ‘Toprak!’ diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. O halde, her akşam bağrında güvenle uyuduğumuz, her sabah seherinde özgürlüğe uyandığımız bu cennet vatanın kıymetini bilelim. Vatan sevgimizden aldığımız güçle, gece gündüz demeden milletimizin iyiliği, mutluluğu, refahı için çalışalım. Birliğimizi, dirliğimizi ve kardeşliğimizi her türlü menfaatin üstünde tutarak koruyalım. Vatanımızın her karış toprağını ve milletimizin her bir ferdini korumanın boynumuzun borcu olduğunu unutmayalım.
Başta, Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum. Gazilerimize acil şifalar, hayırlı ve sağlıklı uzun ömürler diliyorum.