04 Kasım 2025 Salı
HATAY’DA MANDALİNA YÜKLÜ MİNİBÜS KAZA YAPTI: 2 YARALI
MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU
YIKILAN EVLER DEĞİL, UMUTLARIMIZDI
EKRANLARDAKİ ZEHİR!
Kirli siyaset ne mi?
KA154/BİRLİKTE BÜYÜMEK: BİR PROJEDEN DAHA FAZLASI
İdris aleyhisselâmdan sonra insanlar doğru yoldan ayrıldı. Putlara, yânî heykellere tapmaya başladılar. Cenâb-ı Hak, bunlara Nûh aleyhisselâmı gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Nice yıl, onları dine davet etti. Yalnız oğulları Sâm, Hâm, Yâfes ile az kimse îmân etti. Çoğu kulak asmadı. Kendi oğlu Yâm yânî Kenan bile îmân etmedi. Alay ve işkence ettiler. Onlara bedduâ etti.
500 yaşında iken, gemi yapması emrolundu. Gemi bitince, tufan oldu. Müminler ile gemiye bindi. Gemiye binenlerin seksen kişi olduğu ve geminin üç kat olduğu (Arâis-ül-mecâlis)de yazılıdır. Her hayvandan da birer çift aldı. Oğlu Kenan’ı (Yâm) da gemiye çağırdı. “Ben, dağa çıkar kurtulurum.” dedi. Bir dalga gelip oğlunu alıp boğdu. Nûh aleyhisselâmın gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiğini, Kur’ân-ı kerîm açıkça bildiriyor. Şiddetli yağmurlar yağmaya başladı. Sonunda sular dağları aştı. Gemide olmayan insanlar ve hayvanlar telef oldu. 6 ay sonra, yağmurlar durdu ve sular çekildi. Gemi, Irak’ta Cûdi dağına oturdu. Nûh aleyhisselâmın gemisinin tufandan kurtulması, Aşûre günü oldu. Nûh tufanı, Kurân-ı kerîmde, Mümin sûresinin 30. âyet-i kerîmesinden sonra anlatılmaktadır.
Nûh aleyhisselâma ikinci Âdem denildi. Bundan sonra insanlar, Nûh aleyhisselâmın 3 oğlundan üredi. Sâm’dan Arap, Fars ve Rum; Hâm’dan Afrika halkı; Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Bahrena (Bering) boğazından Amerika’ya da geçip yerleşenler oldu. Amerika keşfedilince orada bulunan yerliler, bu göçün sonucunda oraya yerleşenlerin torunları idiler. Nûh aleyhisselâm, 1000 yaşında vefât etti.
Hadîs-i şerîfte; “Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı, öleceğini hiç unutmamalı!” buyuruldu.
İnsan, dünyada bâki değildir. Dünya zevklerine daldıkça dertler, üzüntüler, güçlükler artar. Aşağıdaki hadîs-i şerîfleri unutmamalıdır:
“İbâdetleri az olan bir kul, iyi huyu ile kıyâmette yüksek derecelere kavuşur.”
“İbâdetlerin en kolayı ve çok faydalısı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.”
“Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu onu Cehennemin dibine götürür. Bazen küfre götürür.”
“Güzel ahlâkı tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim.”
“Sûreti ve huyu güzel olanı Cehennem ateşi yakmaz.”
“Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulüm edenleri affetmek, kendini mahrum edenlere ihsân etmek, güzel huylu olmaktır.”
“Kızdığı zaman, yumuşak davrananın kalbini Allahü teâlâ emniyet ve îmân ile doldurur.”
Birinin gündüzleri oruç tuttuğu, geceleri namaz kıldığı, fakat kötü huylu olduğu, dili ile komşularına, arkadaşlarına eziyet ettiği söylenince, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Böyle olmak iyi değildir. Gideceği yer, Cehennem ateşidir.” buyurdu.
Semâvî dinlerin hepsinde iyi huylar vardı. Bu din, bunları tamamlamak için gönderildi. Bu din varken, iyi huy bildirecek başka kaynağa, başka kimseye lüzum yoktur. Bunun için, Muhammed aleyhisselâmdan sonra, peygamber gelmeyecektir. İyi huylu olan, dünya ve âhıret saâdetlerine kavuşur. Çünkü iyi huylu kimse, Allahü teâlâya ve kullara karşı olan haklara riâyet eder. İyi huylu kimse, kendisine darılana iyilik yapar. İhsanda bulunur. Malına, haysiyetine, bedenine zarar vereni affeder. Korkusuz ve emin olur. Kötülük edene iyilik yapmak, iyi huyların en üstünüdür. Kâmil insan olmanın alâmetidir. Düşmanları dost yapar.
İmâm-ı Gazâlî “rahimehullahü teâlâ” buyuruyor ki: “İncil’de gördüm. İsa aleyhisselâm, “Kötülük yapana kötülükle cevap vermeyiniz! Sağ yanağınıza vurana, sol yanağınızı çeviriniz! Paltonuzu alana, şalvarınızı da veriniz!” buyurdu.
Başkasının, kendinden üstün olan herşeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insanlar, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere râzı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine râzı olmayan insandan Allahü teâlâ da râzı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan râzı olmaması ise, felâketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, âhırette de hüsran içindedir. Yani zarardadır. Bunun için, kendisinde kıskançlık ve haset duygusu olduğunu görenler yavaş yavaş bu huylarından sıyrılmalıdır. Bu mümkündür.
İnsanlar, kendilerini istedikleri kadar ıslah edebilir. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmeği kazandığı zaman, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyonlarına daha birkaç milyon ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu, posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir. İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olurlar. İyi kalpli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfte buyuruyor ki: “Bir Müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse, onun îmânı tam değildir.” Yani, Peygamberimiz yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka Müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor.
Tam İlmihâl – Seâdet-i Ebediyye (Sayfa: 709)
Peygamber efendimizi hayatta iken ve peygamber iken bir an gören, eğer âmâ ise bir an konuşan mü’mine Sahabî denir. Peygamber efendimizi sevenin, onun Ehl-i beytini ve eshâbını, yânî arkadaşlarını da ayırt etmeksizin hepsini sevmesi lâzımdır.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Sırat köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, Ehl-i beytimi ve eshâbımı çok sevenlerdir.”
Peygamber efendimiz, eshâbından hiçbirinin sonradan kâfir olmayacağını, yânî Müslümanlıktan çıkmayacağını, hepsinin Cennete gideceklerini haber verdi. Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmdan râzı olduğunu, onları sevdiğini Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor. Allahü teâlânın sıfatları ebedîdir, sonsuzdur. Bu bakımdan Eshâb-ı kirâmdan râzı olması da sonsuzdur.Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri, Peygamber efendimizin vefâtından önce de, sonra da mürted olmamış, yânî Müslümanlığı bırakmamıştır. Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri mürted veya münâfık olmaz. Çünkü Allahü teâlânın bunlardan râzı olması değişmez. Münâfıklardan birkaçının, îmansızlıklarını sonradan açıklamaları, Eshâb-ı kirâmın sonradan mürted olması demek değildir. Eshâb-ı kirâmın tamamı Cennetliktir. Kur’ân-ı kerîmde; “Hepsine hüsnâyı (Cenneti) vadettik.” buyuruluyor. Bunun için bu mübârek insanlardan bahsederken, sıradan bir insandan bahseder gibi konuşmamalıdır! Her zaman edepli, terbiyeli olmalıdır!
Eshâb-ı kirâmın hepsini âdil, sâlih, evliyâ, âlim, müctehid bilmek her Müslümana lâzımdır. Kur’ân-ı kerîmde; “Allah onlardan râzı, onlar da Allahtan râzıdır.” buyuruluyor. Onlardan birini kötülemek, bu âyet-i kerîmelere inanmamak olur. Eshâbına dil uzatanları, Resûlullah efendimiz lânetlemiştir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Allahın, meleklerin ve bütün insanların lâneti, eshâbıma kötü söz söyleyenin üzerine olsun! Kıyâmette Allah, böyle kimselerin farzlarını da, nâfile ibâdetlerini de kabul etmez!”
“Kıyâmette, insanların hepsinin kurtulma ümidi vardır. Eshâbıma sövenler bunlardan müstesnâdır. Onlara kıyâmet halkı da lânet eder.”
Orta Doğu uzmanı Fransız Roger Foehrle, “L’İslam pour les Profs” (Öğretmenlere İslâm) adlı kitabında Avrupa’da İslâm ve Müslümanlar hakkında şunları yazıyor:
ø Ebû Bekr-i Râzî (vefâtı 935) zamanının tıp bilimini 30 ciltte topladı. Kendisi de 100 kadar tıbbî eser yazdı. 18. yüzyıla kadar bunların 40 defa yeni basımı yapıldı. Asırlarca Avrupa üniversitelerinde okutuldu. Râzî, özellikle çiçek ve kızamık hastalıkları üzerine yazdığı eser ile meşhur oldu.
ø Doktor İbni Sînâ da, bir tıp ansiklopedisi yayınladı. Bu ansiklopedi geçen yüzyıla kadar Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuldu.
ø İbni Kâtip (vefâtı 1374) vebânın dokunmayla bulaştığını keşfetti.
ø Ali bin Îsâ, göz hastalıkları ve tedâvi şekilleri hakkında buluşlar yaptı.
ø 9’uncu asırda bile doktor olabilmek için özel imtihanlardan geçmek gerekiyordu. İlâç sanatı o kadar gelişmişti ki, 1200’de Malaga’dan botanikçi İbni Baytar, 1400 farklı ilâç adını kayıtlara geçirmişti. Endülüs’te hem kişiler, hem de0 kurumlar ilâç ihtiyacını eczânelerden0 sağlarlardı.
ø Mısırlı doktor İbni0 Nefis de, kan dolaşımı üzerine ilk denemeyi yapmıştır. Bu düzeydeki bilgilere Avrupa ancak 1700’lü0 yıllarda ulaşabildi.
ø Arap astronomları, ay0 ve gezegenlerin0 yönlerini tespit edecek kadar başarılı çalışmalar yapmışlardı. Med-Cezir, nehirler, gök kuşağı, seher kızıllığı konularında da çok erken gerçekleştirilen bilimsel çalışmalara rastlıyoruz.
ø Binli yıllarda Müslüman gök bilimciler, yeryüzünün yuvarlak olduğunu keşfetmişlerdi. Kopernik ve Kepler çalışmalarını bu buluşlardan hareketle yürüttüler.
ø 1400’lü yıllarda Müslüman haritacılar Sicilya ve Mayorka’da deniz yolu için harita çizerken rakipleri yoktu. Atlas, Arapça bir kelimedir. Vasco dö Gama, deniz yoluyla Hindistan’a giderken yanına Müslüman yol gösterici İbni Mecid’i aldığında ne yapacağını biliyordu. Onun bütün bilgisinden faydalandı.