17 Kasım 2025 Pazartesi
KIRIKHAN’DA SÜREKLİ ARIZA YAPAN 25 YILLIK SU HATTI YENİLENDİ
MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU
GÖRÜNENİN ARDINDAKİ GERÇEKLER
DEĞERLER EROZYON: MODERN ZAMANLARIN SESSİZ ÇÖKÜŞÜ..!
Kirli siyaset ne mi?
GÖRÜNMEYEN YARALAR: ÇOCUKLARIN DUYGUSAL İHMALİ
Allahü teâlâ günahları ikiye ayırmıştır:
1- Kendisiyle kulları arasındaki günahlar.
2- Kulların birbiri arasındaki günahlar, kul hakları.
Cenâb-ı Hak, kendisiyle kulu arasındaki günahları affeder veya cezalandırır. Bu, Rabbimizin bileceği iştir, ama kullar arasındaki günahlarda mutlaka adâlet olacaktır. Yani âhırette kul haklarından herkes hesaba çekilecektir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
“Âhırette sırat köprüsünde her Müslümana yedi sual sorulacaktır. Birincisi îmândan sorulacaktır, ikincisi namazdan, üçüncüsü oruçtan, dördüncüsü hacdan, beşincisi zekâttan, altıncısı gusülden sorulacaktır. Yedinci suale gelince, Peygamberler bile masum oldukları hâlde, bu sualden korkarlar. O da kul hakkıdır.”
Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibâdetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. Kul hakkı o kadar mühim ki, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaatle kılınmış, kabul olmuş 700 namazın sevâbı alınıp, hak sâhibine verilecektir, sevâbı yoksa onun günahı buna yüklenecektir.
Kul hakkının önemini bilip bundan sakınan bir Müslüman, kesinlikle tartışmaya giremez, kavga edemez, kalb kıramaz. Çünkü kul hakkından korkar. Hele kalb kırarak kul hakkına girmek, çok büyük günahtır. Bunun için Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
“Bir mü’minin kalbini kırmak, 70 defa Kâbe’yi yıkmaktan büyük günahtır.”
Din kitaplarımızda; “Hanımının hak ve hukukuna rihåyet edemeyecek olan, kul hakkına girmemek için evlenmesin!” buyuruluyor. Yani kadın; esir değildir, köle değildir, hizmetçi de değildir.
Bazı din büyükleri, kul hakkı geçmesin diye, kendi hanımından, kendi çocuğundan bile, bir bardak su istemez, kalkıp kendileri alırlardı. Bazı büyükler de, emir vermemiş olmak için; “Bir bardak su verir misin?” derler, kul hakkından çok korkarlardı.
Birçok diplomat, devlet, ilim, fen ve hatta yabancı din adamlarının Müslüman oluşları, İslâmiyetin yüksekliğine hayran kaldıklarındandır. İslâmı seçmelerinin sebeplerinden birkaçı şunlardır:
1- İslâmiyette; tek ilâh vardır. Hıristiyanlıktaki 3 tanrı inancı, saçmadır.
2- İslâmiyette; sadece âhıret saâdetini değil, dünyada da rahatın yollarını bildirir.
3- İslâmiyette; her çocuk günahsız doğar. Hıristiyanlıkta ise, günahkâr doğar.
4- İslâmiyette; ibâdetlerin mabette yapılma şartı yoktur. Hıristiyanlar, kilisede putu ve papazı aracı yaparak sözde ibâdet ederler.
5- İslâmiyette; günahı yalnız Allah affeder. Hıristiyanlıkta, papazın, günahları affetme yetkisi vardır.
6- İslâmiyette; Irk, renk ve dil ayrımı yoktur. Yahudi kendini asil bilir. Hıristiyan, zenciyi aşağı görür.
7- İslâmiyette; bütün peygamberler beşer, yânî insandır. Ancak günahsızdır. Hıristiyanlıkta, Hazret-i İsa oğul tanrıdır.
8- İslâmiyette; hurafe yoktur. Diğer dinlerde ateşe, Güneş’e, taşa, heykele tapılır.
9- İslâmiyette; “Müslüman olmada zorlama yoktur.” emri vardır. Hıristiyanların dine sokmak için yaptıkları işkenceler meşhurdur.
10- İslâmiyette; iç temizliği yanında, dış temizliği de çok önemlidir. Meşhur Versay Sarayı’nda yıllarca helâ bile yoktu.
11- İslâmiyette; kapitalizm, ve komünizm gibi fikirler kabul edilmez.
12- İslâmiyette; Müslümanların geri kalışlarının sebebi, dinlerinin icaplarına uymamalarındandır. Hıristiyanların maddî refahı ise, dinlerinden uzak kalmalarındandır.
13- İslâmiyette; ancak câhil olan kimse, dinden çıkabilir. Hıristiyanlıkta ise, ilim sâhibi olan dînini bırakır.
14- İslâmiyette; alkol, uyuşturucu, kumar, zina haramdır. Hıristiyanlar içki, kumar, uyuşturucu ve fuhuş bataklığı içindedirler.
İdris aleyhisselâmdan sonra insanlar doğru yoldan ayrıldı. Putlara, yânî heykellere tapmaya başladılar. Cenâb-ı Hak, bunlara Nûh aleyhisselâmı gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Nice yıl, onları dine davet etti. Yalnız oğulları Sâm, Hâm, Yâfes ile az kimse îmân etti. Çoğu kulak asmadı. Kendi oğlu Yâm yânî Kenan bile îmân etmedi. Alay ve işkence ettiler. Onlara bedduâ etti.
500 yaşında iken, gemi yapması emrolundu. Gemi bitince, tufan oldu. Müminler ile gemiye bindi. Gemiye binenlerin seksen kişi olduğu ve geminin üç kat olduğu (Arâis-ül-mecâlis)de yazılıdır. Her hayvandan da birer çift aldı. Oğlu Kenan’ı (Yâm) da gemiye çağırdı. “Ben, dağa çıkar kurtulurum.” dedi. Bir dalga gelip oğlunu alıp boğdu. Nûh aleyhisselâmın gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiğini, Kur’ân-ı kerîm açıkça bildiriyor. Şiddetli yağmurlar yağmaya başladı. Sonunda sular dağları aştı. Gemide olmayan insanlar ve hayvanlar telef oldu. 6 ay sonra, yağmurlar durdu ve sular çekildi. Gemi, Irak’ta Cûdi dağına oturdu. Nûh aleyhisselâmın gemisinin tufandan kurtulması, Aşûre günü oldu. Nûh tufanı, Kurân-ı kerîmde, Mümin sûresinin 30. âyet-i kerîmesinden sonra anlatılmaktadır.
Nûh aleyhisselâma ikinci Âdem denildi. Bundan sonra insanlar, Nûh aleyhisselâmın 3 oğlundan üredi. Sâm’dan Arap, Fars ve Rum; Hâm’dan Afrika halkı; Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Bahrena (Bering) boğazından Amerika’ya da geçip yerleşenler oldu. Amerika keşfedilince orada bulunan yerliler, bu göçün sonucunda oraya yerleşenlerin torunları idiler. Nûh aleyhisselâm, 1000 yaşında vefât etti.
Hadîs-i şerîfte; “Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı, öleceğini hiç unutmamalı!” buyuruldu.
İnsan, dünyada bâki değildir. Dünya zevklerine daldıkça dertler, üzüntüler, güçlükler artar. Aşağıdaki hadîs-i şerîfleri unutmamalıdır:
“İbâdetleri az olan bir kul, iyi huyu ile kıyâmette yüksek derecelere kavuşur.”
“İbâdetlerin en kolayı ve çok faydalısı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.”
“Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu onu Cehennemin dibine götürür. Bazen küfre götürür.”
“Güzel ahlâkı tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim.”
“Sûreti ve huyu güzel olanı Cehennem ateşi yakmaz.”
“Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulüm edenleri affetmek, kendini mahrum edenlere ihsân etmek, güzel huylu olmaktır.”
“Kızdığı zaman, yumuşak davrananın kalbini Allahü teâlâ emniyet ve îmân ile doldurur.”
Birinin gündüzleri oruç tuttuğu, geceleri namaz kıldığı, fakat kötü huylu olduğu, dili ile komşularına, arkadaşlarına eziyet ettiği söylenince, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Böyle olmak iyi değildir. Gideceği yer, Cehennem ateşidir.” buyurdu.
Semâvî dinlerin hepsinde iyi huylar vardı. Bu din, bunları tamamlamak için gönderildi. Bu din varken, iyi huy bildirecek başka kaynağa, başka kimseye lüzum yoktur. Bunun için, Muhammed aleyhisselâmdan sonra, peygamber gelmeyecektir. İyi huylu olan, dünya ve âhıret saâdetlerine kavuşur. Çünkü iyi huylu kimse, Allahü teâlâya ve kullara karşı olan haklara riâyet eder. İyi huylu kimse, kendisine darılana iyilik yapar. İhsanda bulunur. Malına, haysiyetine, bedenine zarar vereni affeder. Korkusuz ve emin olur. Kötülük edene iyilik yapmak, iyi huyların en üstünüdür. Kâmil insan olmanın alâmetidir. Düşmanları dost yapar.
İmâm-ı Gazâlî “rahimehullahü teâlâ” buyuruyor ki: “İncil’de gördüm. İsa aleyhisselâm, “Kötülük yapana kötülükle cevap vermeyiniz! Sağ yanağınıza vurana, sol yanağınızı çeviriniz! Paltonuzu alana, şalvarınızı da veriniz!” buyurdu.
Başkasının, kendinden üstün olan herşeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insanlar, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere râzı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine râzı olmayan insandan Allahü teâlâ da râzı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan râzı olmaması ise, felâketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, âhırette de hüsran içindedir. Yani zarardadır. Bunun için, kendisinde kıskançlık ve haset duygusu olduğunu görenler yavaş yavaş bu huylarından sıyrılmalıdır. Bu mümkündür.
İnsanlar, kendilerini istedikleri kadar ıslah edebilir. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmeği kazandığı zaman, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyonlarına daha birkaç milyon ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu, posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir. İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olurlar. İyi kalpli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfte buyuruyor ki: “Bir Müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse, onun îmânı tam değildir.” Yani, Peygamberimiz yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka Müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor.
Tam İlmihâl – Seâdet-i Ebediyye (Sayfa: 709)